içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Kurban

Bugün günlerden Erdal Eren... Hala idam edilmesi ve yaşı tartışma konusudur Erdal Eren’in...13 Aralık 1980 yılında  Ankara’da, Piyade Er Zekeriya Önge'yi öldürme suçundan yargılanarak 19 Mart 1980'de ölüm cezasına çarptırılan ve 12 Eylül Darbesi'nden sonra 1980-1984 arasında idam edilen 49 kişiden biridir.

Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi sol görüşlü Erdal Eren, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneğinin üyesiydi. 12 Eylül Darbesi öncesinde 2 Şubat 1980 günü silahlı olarak katıldığı protesto eylemi sırasında çıkan çatışmada hayatını kaybeden askerî inzibat eri Zekeriya Önge'yi öldürme suçundan yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde Askerî Mahkeme tarafından idam cezasına çarptırılmış, hakkındaki idam kararı Askerî Yargıtay 3. Dairesi tarafından önce usul yönünden, daha sonra ise esastan bozulmuş ancak Askerî Yargıtay Başsavcısının bozma kararına itirazı sonucu dosya iki kez Askerî Yargıtay Dava Dairelerine gitmiş ve itiraz yerinde görülerek karar kesinleşmiştir. Karar darbeden sonra Millî Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmış ve Eren 13 Aralık 1980 günü Ulucanlar Cezaevi'nde asılarak idam edilmiştir.

Erdal Eren, 17 Mart 1980 tarihinde mahkeme heyetine sunduğu ve dava dosyasının 86. dizininde yer alan el yazısında, ateş etmediğini söylemiş olmasına rağmen, daha sonraki ifadesinde askerlerin hepsi hedef sınırlarım içerisinde olmasına rağmen ne öleni ne de başkasını öldürme kastı olmadığından ateş etmediğini ifade etmiştir.

İdam kararından sonra Erdal Eren'in ailesi, nüfustaki doğum kaydı 25 Eylül 1961 olan oğullarının nüfusa büyük yazdırılmış olduğu yönünde ifade vermiş ve fizyolojik olarak 18 yaşından küçük olduğunu iddia ederek gerçek yaşının tespiti için kemik grafilerinin çekilerek tıbbi tespit yapılmasını talep etmiştir. Askerî Yargıtay Daireler Kurulu, "doğum tarihinde bir ihtilaf olmadığı" gerekçesiyle bu talebi kabul etmedi ve cezayı onayladı. Erdal Eren'in babası, Kenan Evren'e yazdığı mektupta oğlunun yaşına dair şöyle dedi.

"Suçun işlendiği zaman oğlum 18 yaşına gireli 3 ay olmuştu."

Erdal Eren'in dava sürecinde 12 Eylül 1980'de gerçekleşen askerî darbe ile TBMM ortadan kaldırıldı. 1972'den beri infaz edilmeyen ölüm cezaları Millî Güvenlik Konseyinin onaylaması ile infaz edilmeye ve yeni ölüm cezası hükümleri verilmeye başlandı. İlk infaz, 1977 yılında bir kahvehane basıp iki kişiyi öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmış ve 2 Ekim 1979'da idamına karar verilmiş olan Kurtuluş Hareketi mensubu Necdet Adalı'nın; ikincisi, 1978 yılında ülkücüler tarafından Ankara'da gerçekleştirilen ve dört kişinin ölümüyle sonuçlanan ve "Balgat Katliamı" olarak da bilinen kahvehane saldırısında suçlu bulunarak darbe öncesinde idamına karar verilmiş olan ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu'nun idamı idi. Her ikisi de 7 Ekim 1980'de Ulucanlar Cezaevi'nde idam edildiler. Ardından Türkiye Halk Kurtuluş Partisi üyesi Serdar Soyergin, 14 Eylül 1980'deki çatışmada Tank Yüzbaşı Bülent Angın'ı öldürmekten mahkûm edildi ve Adana Cezaevi'nde 25 Ekim'de idamı gerçekleşti. 1980 Darbesi'nden sonra infaz edilen dördüncü idam kararı Erdal Eren'in idamı oldu.

İdam cezası onaylanan Erdal Eren'in babası Ahmet Eren, son çare olarak 21 Kasım 1980'de Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'e başvurdu:

"Emekli bir ilkokul öğretmeniyim. Cumhuriyetle beraber büyümüş, Atatürk ilkelerine içtenlikle inanmış ve öğrencileri bu prensiplerin ışığı altında yetiştirmek için çırpınarak otuz yılımı harcamış bulunuyorum.

Oğlum Erdal Eren henüz meslek lisesi öğrencisiyken kötü ve art niyetli kişilerin kurbanı olarak bir felaketin içine düşürüldü ve sonunda idam cezasına mahkûm oldu.

Olayı, evimi aramak için gelen sivil polisler, 'Oğlun bir eri vurdu, cezası idam.' diyerek duyurdular. 'Keşke oğlum vurulsaydı da asker katili olmasaydı!' dedim.

Sonradan, olayı evlerinden izleyen vatandaşlardan bazıları, eri vuranı gördüklerini ve sanık olarak televizyondan gösterilenin boşuna suçlandığını, başka bir vatandaş da bir şahsın çöp bidonundan bir tabanca çıkararak Erdal'a verdiğini, bu suretle de fiilin Erdal'a yüklendiğini söyledi.

Oğlumun bu eylemin faili olacağına kesin olarak inanamıyorum. Nitekim yargılama safahatı, yüksek daire ve genel kurul bozmaları ve muhalefet şerhleri, amme vicdanında da bu endişeleri artırmıştır.

Adli hatanın telafisinin mümkün olamayacağının takdirini yüce sorumluluk yüklenen temiz vicdanlarınıza bırakıyorum.

Suçun işlendiği zaman oğlum 18 yaşına gireli 3 ay olmuştu. İşlediği varsayılan suç eğer 3 ay önce vuku bulmuş olsaydı yapılacak indirimden de yararlanacaktı.

Bugüne kadar adaletin, gerçek suçlunun o olmadığına kanaat getireceğine inanarak avundum.

Gerçek suçluların bulunması için gerekenin yapılarak dönülmesi mümkün olmayan bir duruma meydan verilmemesine, yüksek makam ve vicdanınıza ait af atıfetinin lütfedilmesiyle ölüm cezasının değiştirilmesine, bizlerin de acı içinde kıvranarak ömrümüzün sonunu beklememizin önlenmesine delaletlerinizi diler, derin saygılarımı sunarım."

Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a ise "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, öldürdüğü iddia edilen jandarma erine (Zekeriya Önge) çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.

Erdal Eren'in idam cezası 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi. Son sözleri, "Kahrolsun faşist diktatörlük, yaşasın TDKP!" sloganı oldu. Cenazesi Karşıyaka Mezarlığı'na defnedildi.

....

Kurban diyorum çünkü;

Her Türk solcusu sol düşünceye, marksizme gözünü ilk kez Georges Politzer'le açmıştır. "Ağabi"lerimiz, ilk seminerlerini vermeye Felsefenin Temel İlkeleri'yle başladı.

Bu satırların yazarı da lisede okurken Lise-Der'in tek odalı derneğinde ve Trabzon'da Genç-Der'in "Konak"tan kiralanmış binasında bu seminerleri sistemli olarak izledi.

Yani sol bilinçle donanmanın ABC'si Felsefenin Temel İlkeleri'ydi!

(Onlar da haklıdır! Onların bilinçlerinin gelişme çağında Georges Politzer'in bu kitabının 1979'dan sonra yeni baskısı ancak 1990 yılında yapılabilmiştir! 11 yıllık bir yasaklama, öteleme! Üstelik "ağbiler" de hapislerde; tarümar!)

Marksistler tarafından toplumsal sınıflara tanınan öncelik “ulus”u hiçe saymak değildir. Ulus tarihsel bir gerçektir. Bir sınıf temelinde (kapitalizmin şafağında burjuvazi tarafından) ortaya çıkar ve gelişir; sınıfsız toplumda da ortadan kaybolacaktır. Yani insanlığın tarihsel ilerlemesinde bugün konakladığımız zorunlu bir duraktır. İnsanın insanlaşması sürecinde feodal ayakbağlarını törpüleyen en ileri örgütlenme biçimidir.

"Ulus" gerçeğinin reddi materyalist olmayan bir tezdir!

*

Georges Politzer Macar asıllı bir Fransızdır. 1930'da Paris İşçi Üniversitesi'nde verdiği diyalektik materyalizm dersleriyle ünlendi. En güç sorunları en yalın ve anlaşılır bir dille öğrencilerine anlatırken konunun derinliğinde de bir azalma olmuyordu. Büyük bir polemikçi, derin bir kültüre sahip karşıkonulmaz bir yetenekti.

Eşi Mae ve dostları Jacques Solomon ile birlikte Nazi işgalinde 1940-42 yılları arasında üniversite direnişinin sembolü oldular. En sonu yakalanıp büyük işkence gördüler.

Georges Politzer, Gestaponun ağır işkencelerine uğradı. Gestapo, bir yandan işkence yapıyor, bir yandan saf değiştirip kendilerine katılmaları halinde tüm ailesinin kurtulacağı güvencesi veriyordu.

Enternasyonalizm”in bir karikatürü olan kozmopolitizmin en önemli özelliği: “Modern savaşların nedeninin ulusların mevcudiyeti olduğu yolundaki düzenbaz iddiadır.”

Burjuvazi burada en kestirme yoldan, emekçilere, ulusal yapının “gerici” ve “modası geçmiş” gösterilmesini amaçlamaktadır.

Böylece emekçilere, “Eğer barış istiyorlarsa kendi elleriyle ulus gerçeğini yok etmeleri ve yurtlarını yadsımaları gerektiğini” vaaz ediyorlar!

Peki, burjuvazi, ulusal çıkarlara aykırı bunca işi halkın tepkisini çekmeden yapmayı nasıl başarıyor?

“Uydurduğu ideolojik yalanlarla!” diyor Politzer.

Ulusların köleleştirilmesini haklı göstermek için buna uygun bir ideolojiyi, “kozmopolitizm”i yaymaktadır!

Her emekçiyi kendi ülkesinden koparıp, bir “dünya yurttaşı” haline getirmek istiyorlar. Bu maske altında, “kökünden kopmuş, tek biçime sokulmuş, yeri-yurdu, adı-sanı belirsiz, sapkın insan gölgeleri” olmuş çağdaş köleleri, “kabaca ve hayasızca, dünya çapında” rahatça sömürmek istiyorlar.
Bugün emperyalist ülkeler, köleleştirmek istedikleri uluslaşma yolundaki sömürge ve yarı sömürge ülkelere kozmopolitizmi öğütlüyorlar; “globalleşin!”diyorlar!

Kendi uluslarına ise “milliyetçilik”i öğütlüyorlar; örneğin Amerikalılar her fırsatta Amerikan halkına “seçkin halk” olduklarını, “tanrı tarafından dünyayı yönetmekle görevlendirildiklerini “ söyleyip duruyorlar!
Burjuvazinin ulusa ihanetinin küçük bir tarihini (bir ibret belgesi olarak o kadar uzağa gitmeye gerek yok diyenlerinizi duyar gibiyim!) ta 1950’li yıllara kaçarak vermeyi yeğledik.

Tarihinin en büyük tehlikeleriyle karşı karşıya olan ulusumuza sahip çıkacak, ulusumuzun yönetimini ulusumuzun çıkarına yapabilecek güçler kim ola dersiniz?

Georges Politzer ve faşizme karşı direnişte ölen binlerce devrimci, hepiniz ışıklar içinde yatın!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum