içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Huzurevinde Bir Baba

Bir baba sessiz sesiz ağlıyor, kelimeler düğümleniyor boğazına, yutkunuyor, yutkunuyor gözyaşlarını içine akıtıyor, o kara gözlerinde hüzün ve hasret, yağmur yüklü bulutlar gibi yüreğine akıyor..Kulaklarımda İtalyan yazar Gabriele D'annunzio  "Bir baba yüz evlada bakar da, yüz evlat bir babaya bakamaz" sözü yankılanıyor.

 

Huzurevine yaptığım bir ziyarette tüm benliğimi, büyük bir hüzün kapladı. Farklı yaşamlar, farklı  yürek burkan hikayeler  vardı. Doğurup, büyüttükleri, emek verdikleri her zor anında yanında oldukları evlatları onları yaşlanınca huzurevine bırakmıştı. Yalnızlığa terk etmişti. Dillerinde sitem ve gözlerinde hüzün olsa da, hiçbir anne ve baba, evladına toz kondurmuyordu. Evlatlarının vicdanları sızlar da belki gelip, evlerine götürürler diye bekliyorlardı. Torunlarına yuvasına kavuşma hayali kuruyorlardı. Onları ayakta tutan içlerindeki umut ve yaşadıkları güzel anılardı. Gözleri hep huzurevinin bahçe kapısındaydı. Umutla bekliyorlardı. Fakat ziyarete bile bu yıl gelen olmamıştı. Ne de olsa korona virüsü vardı. Evlatlarında bulamadıkları sevgi ve şefkati devletin sıcak elinde bulduklarını, kendilerine iyi bakıldığını söylüyorlardı. Hemen arkasından evini eski günlerini çok özlediğini de ekliyorlardı. Evlatlarını sorduğumda işleri var herhalde gelemiyorlar diyenlerde vardı. Bana içini dökenlerde vardı. Bu büyüklerimizin her biri beni ayrı etkilemişti. Amcalarımızdan biri olan Süleyman amca dertli dertli of çekiyordu. Sonra sohbet etmeye başladık. Süleyman amca bana şöyle dedi:

 

Bak kızım! “Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş”,  6 tane çocuğum var. Her birini okuttum. Onları büyütünceye kadar ne sıkıntılar çektim. Büyüdüler, evlendiler, meslek sahibi oldular. Ben eşimle huzur içinde yaşarken eşim kalp krizi geçirdi ve öldü. Eşim ölünce malı mülkü dünya gözüyle evlatlarıma paylaştırdım. Malı mülkü paylaştırınca,  benim de payıma huzurevi düştü. Bilsem malımı mülkümü paylaştırmazdım. Evlatlar bana bir odayı bir yatağı, bir kap yemeği çok gördüler.  Hasta oldum gelinler iyileşinceye kadar baktı sonra huzur evine bıraktılar. Arada telefon ediyorlar, yılda bir yada iki geliyorlar torunlarımı bile getirmiyorlar. Aylardır ne gelen var ne giden diyordu.  Süleyman amca uzun uzun anlattı. Anlatırken sessiz sessiz ağlıyordu. Sürekli yutkunuyordu. Evimi,  eşimi, eski günlerimi, torunlarımı bahçemi özledim diyordu. Bayramda bile gelmediler diyordu. Bende üzmemek için hiç soru sormuyordum. O anlatıyor, yüreğim sızlayarak dinliyordum. Arada teselli edici cümleler kuruyor ve gözyaşlarımı saklamaya çalışıyordum. Dayanma gücüm kalmamıştı.  Uzun bir sohbetten sonra müsaade istedim. Elini öptüm ve kalktım.

 

Huzurevi ziyareti beni derinden etkilemişti. Baba veya Anneyi huzur evine bırakmak Türk geleneğinde ve İslam dininde yoktu. Türk geleneğinde, erkek evlada büyük değer ve önem verilir. Türklerde, “Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir" atasözüyle erkek evlatların yetişmesi ve ailenin faaliyetlerine katılması, babanın yükünü büyük ölçüde hafifleyeceğini ifade etmekteydi.

 

Dini açıdan bakarsak, yüce kitabımız Kuran’ı Kerimde,  (Nisâ Suresi 135, Enam Suresi 151, Meryem Suresi 14, Ankebut Suresi 8, Lokman Suresi 14, 15) birçok ayette Allah anne Baba’ya iyi davranmayı emrediyordu. Bir başka ayette “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine -öf!- bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve de ki:‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni terbiye edip yetiştirdikleri gibi, şimdi  sen  de onlara merhamet et!’” (Isra 23-24) diyordu. 

 

Huzurevi dedikleri şey bizim dinimiz ve kültürümüze ait bir şey değildi.  Bugün aile ve millet yapımız, kurulmaya çalışılan yenidünya düzeninin tehdidi altında bulunmaktadır. Demografik yapının değişime açık hale gelmiş olması, toplumsal yapının da değişmesine yol açmaktadır. Bu durumda, ahlaki yozlaşma, bencillik, kendini düşünme, rahat yaşama, kimlik ve kültür erozyonu her geçen gün artmakta birlikte aile bağlarını da koparmaktadır. Bunun sonucunda huzur evleri gözü yaşlı yalnızlığa terkedilen ebeveynler ile dolmaktadır. Ebeveynlerin yeri huzur evi değil. Evlatlarının yanıdır.  Bize düşen görev de onlara sahip çıkmak saygıda, sevgide kusur etmemektir.

 

Varlık sebebimiz olan bizlerin her ihtiyacını karşılamak için gece gündüz demeden çalışan,  bizleri hayata hazırlayan, eşi ve çocukları için her türlü zorluğa katlanan, haklarını ne yapsak ödeyemeyeceğimiz koca çınarlarımız, babalarımızın, babalar gününü kutluyor, babaların senede bir gün değil her gün hatırlanması temenni ediyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum