içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Değerlerin Çürümesi

Emperyal yapıların birincil hedefleri hedef ülkelerin değerlerinin çürümesini sağlayacak ekonomik ve sosyal düzlemleri oluşturmaktır. Küresel sermaye sisteminin ülkeleri soyması esasına dayanan ve kapitalizmin en ahlaksız biçimi olan Neoliberalizm, hedef ülke olan ulus devletleri yıkmak amacı ile o ülkelerin değerler sistemini yok etmek üzere ortaya konulmuş bir ekonomik modeldir. Eğer bir ülkenin değerlerini yok ederseniz kurumlarını da yok edersiniz. Çünkü değerler çürürse bireyler çürür, çürüyen bireyler de kurumları çürüterek yok ederler. Artık o kurumlar sadece kâğıt üzerinde ya da sözlüklerde kalmış olurlar. Zira değerler bir ülkede yaşayan ve millet dediğimiz toplumu oluşturan bireylerin birbiri ile kenetlenmesini sağlayan zincirin halkalarıdır. Dolayısıyla Emperyal yapıların birincil amacı toplumların değerlerini çürütmektir. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Türkiye ne yazık ki 24 Ocak 1979’den itibaren bilerek ve isteyerek bir değerler çürümesi sürecine girdi. İki nesil bu sürecin içinde yetişti. 1975 de doğan çocuklar bu gün 46 yaşındalar. Yani 7-8 yaşından itibaren adım adım ilerleyen bir çürüme sürecinin içinde büyüdü ve olgun yaşlara geldiler. 24 Ocak kararları ile Türkiye’nin ekonomik modeli değişti. 1983 seçimlerinde merhum Özal Hükümetlerinin işbaşına gelmesi ile de ahlaksız Neoliberalizmin “Küreselleşiyoruz, Globalleşiyoruz” yalanı ve masalı ile değerler yozlaşması başladı. Emperyal yapılar bir hedef ülke için yapmak istediklerini asla doğrudan ifade etmezler. Hedef ülkenin içindeki satın alınabilir gazeteci, akademisyen, STÖ temsilcisi, siyasetçi, sanatçı gibi kanaat önderlerini bulurlar. Topluma kendi söylemek isteyip de söyleyemediklerini o kişilere söyletirler ve televizyonlarda, gazetelerde, kongre ve konferanslarda sürekli bunları tekrarlatırlar. Bir süre sonra toplum bu söylenenleri kanıksar ve giderek benimsemeye başlar. Bir müddet sonra ise toplum bu söylenenleri sanki kendi düşüncesi imiş gibi benimser ve seslendirmeye başlar. Emperyal yapı artık hedefine ulaşmıştır. Türkiye’de de bu böyle oldu. Özelleştirme adı altında Kamu İktisadi Teşekküleri yok pahasına satıldı. Satılmadan evvel de bilerek isteyerek zarar ettirildi ki satılmasına gerekçe olsun diye. Hâlbuki o kuruluşların hepsi kurulurken fizibilite etütleri yapılmış, karlılıkları garanti olan kurumlardı. Ancak o kuruluşlar üretimi arttırmadan sürekli personel kadroları ile şişirilince arpalık haline geldi ve zarar etmeye başladı. Sonuçta da önce Türk özel sektörüne, sonra da yabancılara satıldı gittiler. Toplumun yozlaşmasında medya en önemli enstrüman oldu. Brezilya dizileri toplum TV seyretmeyi alışkanlık edinsin diye getirildi. Jeyar’lar, Sue Ellen’ler, Köle Isaura’lar, Tekerlekler toplumsal değerler yozlaşsın diye ekranlara taşındı. Bunun yanı sıra hayali ihracatçılar, kaçakçılar, devleti soyanlar toplumda büyük iş adamı diye itibar gördüler. “Benim memurum işini bilir” felsefesi ile devlet düzeninin çürüme temelleri atıldı. Bankerler toplumun birikimlerini yok etti gittiler. Papatyalar her yerde başköşeye oturtuldu. Bu itibarları medya vasıtası ile toplumun gözüne sokuldu ve toplum özendirildi. Bir sürü ne idüğü belirsiz insan büyük sanatçı diye toplumun önünde taltif edildi. Metres hayatı yaşamak normal sayıldı, aile yapısı bozuldu. TV dizilerinde “gayrimeşru çocuk doğuran kızları” aileleri normal karşılayarak destek verdi. Bu diziler toplumun bir kısmını olumsuz etkiledi. Eskiden toplumda ayıp sayılan her şey normal kabul edilmeye ve meşrulaştırılmaya başlandı. Gelişmekte olan ülkelerde toplumların eğitim düzeyi de düşük olduğundan toplumun bir kesiminde ayıp, onur, şeref, haysiyet, ar damarı gibi kavramlar çok kolay bir biçimde anlamsız hale getirildi. Kurtlar Vadisi gibi anormal dizilerle ilkokul çocukları büyüyünce “Memati” olmaya özendirildiler. Özellikle gayrimeşru ve kolay yollardan, emek vermeden para kazanmak saydığımızı değerleri yitirmiş bireyler için çok da keyifli hale geldi. Son günlerde adından sıkça söz edilen iki “tosuncuk” Mehmet Aydın ve Faruk Fatih Özer 25- 30 yaşlarında genç insanlar. Bu insanlar doğduklarında günahsız, tertemiz birer bebektiler. Doğarken ileride insanları milyarlarca lira dolandırıp yurt dışına kaçacaklarını planlamamışlardı herhalde. Ama içinde yaşadıkları ortam ve süreç onları birer dolandırıcı, birer suçlu yaptı. Çünkü hiçbir değerle donatılmamışlardı. Utanma duygusu bir değerdir, ar damarı bir değerdir, namus kavramı bir değerdir, şeref, onur, haysiyet kavramları çok önemli değerlerdir. Bunlar bir insanı insan yapan değerlerdir. Bunlar ve benzerlerinin tümü “ahlaki değerleri” oluştururlar. Yüce dinimiz İslam’da da de ahlaki değerler çok önemli yer tutarlar. Ahlaki değerlerin varlığının devamı toplusal yapının çürümesini ve yozlaşmasını önleyen en önemli sigortadır. Biz ilkesel olarak kişilerle ilgili pek yazı yazmayız. Olaylardan daha çok fikirler üzerinden meseleleri tartışmayı tercih ederiz. Kişiler gelip geçerler ama toplumlar için temel olan kurumlardır. Zira kurum kültürü çok uzun yıllar hatta yüzyıllar sonunda oluşan birikimlerin sonucudur. Gazetecilik kurumu da öyledir. Türk Basını çok uzun yıllar değerlerine bağlı bir kurum olarak gelmiştir. Burhan Felek’ler, Yunus Nadi’ler, Nadir Nadi’ler, Sedat Simavi’ler, Çetin Emeç’ler, Necip Fazıl’lar, Abdi İpekçi’ler vb. bu değerleri sürdürmüşlerdi. Rahmetli gazeteci Uğur Mumcu’nun biri para gönderir de ismim kirlenir diye bir banka hesabı bile açtırmadığı söylenir. Bu gün geldiğimiz noktada, hasbelkader ünlenmiş bazı gazeteci olduklarını söyleyenlerin bırakın banka hesabı açtırmayı, buna bile gerek görmeden milyonlarca Euro tahsilâta çıktığını öğreniyoruz. Kara para aklayıcılarının, kaçakçıların, mafyanın emir eri gibi olduklarını görüyor ve gazetecilik adına üzülüyoruz. Sadece medya mı, birçok alanda olan çürümeyi görmek insanın içini acıtıyor ve ülkemiz adına hem üzüntü hem de endişe duymamıza neden oluyor. Kişiye bakıyorsunuz herhangi bir devlet memuru, aldığı maaş belli, yaşadığı lüks hayata, kaldığı lüks otellere bakıyorsunuz normal koşullarda maaşı bindiği arabanın tekerini bile alamaz, hayatın olağan akışına ters ama olmuş. Peki, nasıl oluyor bu? Bilemeyiz tabii. Ancak insanın hem kendisi hem de eşi yıllarca devlette üst düzey memur olarak görev yapsa da eğer değerlerini kaybetmemişse iki maaş da olsa ortadirek mütevazı bir yaşamın üstüne çıkması mümkün olmuyor. En fazla kooperatiften girdiği normal bir evi, birazı kredi ile aldığı orta segment bir arabası olur. Lakin bütün bunlar bir tercih meselesidir tabii, kimi değerlerini tercih eder, kimi de değerlerinden vazgeçip ayıplı maddiyat elde etmeyi. Ne diyelim, çürüme böyle bir şey işte.  Tüm bu olanlar kötü tabii ama en kötüsü de Emperyal yapıların adım adım hedeflerine doğru yol alıyor olmasıdır. Dileriz devletimiz bir an önce sözkonusu değerler çürümesinin önünü alacak tedbirleri alır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum