içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Emperyal Güçler Hep İstismar Ederler

1970li yıllar bu ülke için çok zor yıllardı. Bu gün yaşı 50 olanlar bile 12 Eylül darbesi olduğunda 8 yaşında küçücük çocuklar idiler. O yılları biraz anlatalım da nereden nereye nasıl gelindiğini ortaya koymaya çalışalım. Devlet görevimize yeni başladığımız yıllardı. Çok genç, kalbi vatan için çarpan, gece gündüz demeden görevden göreve koşan bir idealisttik. O yıllarda terör tüm ülkeyi sarmış, sağ- sol çatışmaları sıradan olay haline gelmiş, ülkenin öğretmenleri TÖB- DER ve Ülkü- Bir diye, ülkenin polisi POL-DER ve POL-BİR diye ortadan ikiye bölünmüştü.

Hemen her gün ülke genelinde 20 civarında insan öldürülüyordu. Biz birbirine pusu kuran, birbirlerini öldürmeye çalışan karşıt görüşlü polisleri bile gördük o dönemde. Ekonomik yapı özellikle 1979 da artık dibe vurmuş ve rahmetli Demirel’in tanımı ile “ülke 70 cente muhtaç” hale gelmişti. Prof. D. Bedri Karafakıoğlu, Abdi İpekçi, Prof. Dr. Fikret Ünsal, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, Eski Başbakan Nihat Erim, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler gibi ülkenin birçok önemli isimleri suikastlere kurban gidiyordu. Üniversitelerde boykotlar oluyor, öğrenciler aylarca derse giremiyorlardı. Belediye otobüsleri bombalanıyor, kahvehaneler rastgele taranıyor masum insanlar da hayatlarını kaybediyorlardı. Fabrikalar grevler nedeniyle üretim yapamıyordu. Hiç kimsenin can güvenliği yoktu. Sokakta yürürken her an bir serseri kurşuna kurban gitmek mümkündü. Büyük toplumsal olaylar yaşanıyor, Türkiye 28 Mayıs 1980 de 59 kişinin öldürüldüğü Çorum olayları gibi olaylarla karşılaşıyordu. Yani yaşadığımız o Türkiye’nin yangın yerinden farkı yoktu. Türkiye Marshall yardımı ile başlayan süreçte her açıdan ABD’nin etkisine girmişti. Hatta rahmetli Menderes “Türkiye küçük Amerika olacak” diyordu.1950lerde başlayan süreçte ABD Türkiye’yi bir biçimde ele geçirmek için “komünizm” kartını çok iyi kullanıyordu. Özellikle kırsaldaki halkın eğitim düzeyi de çok düşük olduğundan bu kart çok işe yarıyordu. 1950 li yılların Cumhurbaşkanı Celal Bayar dahi “Bu kış Türkiye’ye komünizm gelebilir.” Ya da “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyebiliyordu. Türkiye ABD’nin sürekli maniple ettiği bir süreçle 1970lerin sonuna geldi. Terzi Fikri olayı da 1970lerin sonuna doğru olan Fatsa Belediye Başkanlığı meselesidir. Dönemin Fatsa Belediye Başkanı olan Terzi Fikri halkın tanımlamasıyla solcu hatta komünist bir başkandır ama halka göre Fatsa’ya çok ciddi hizmetler yapmıştır. Ancak bunu kendisine karşı örnek bir tehdit olarak gören ABD, Fatsa’da bir komün kurulup Türkiye’den koparılacağı iddiasını sürekli yaymıştı. Her ne kadar böyle bir iddianın içinde doğruluğuna inanan kimseler olsa bile Fatsa’nın Türkiye’den kopması mümkün değildi. Aslında bu durum iki kutuplu dünyada ABD ile SSCB( Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği- Şimdiki Rusya ağırlık merkezli devlet) arasında Türkiye üzerinde oynanan bir oyundu. Rusya (SSCB), halkının yüzde 99u Müslüman olan bir ülkeye Komünizm rejimini ihraç edemeyeceğini çok iyi biliyordu. O nedenle komünizm getirme derdinde değildi. Rusya’nın esas amacı güneyinde ABD’nin emrinde ve kullandığı bir Türkiye olsun istemiyordu. ABD ile bağları daha zayıf olan bir Türkiye Rusya’nın en işine gelen durumdu. Rusya’nın Türkiye üzerinde hiç mi emelleri yoktu? Tabii ki vardı. 300 yıllık “sıcak denizlere inmek” hayalini gerçekleştirmek istiyordu.

Kars ve Ardahan üzerinde emelleri vardı. Boğazlar üzerinde emelleri vardı. Ancak Rusya’nın bu hayalleri için koşullar ve sosyolojik yapı hiçbir zaman imkân vermedi. Rusya’nın (SSCB) bu durumu ABD için hayati bir tehditti. O nedenle ABD,1950lerden beri “komünizm gelir, her şeyinizi alır, sizi dinsiz yapar” gibi argümanları sürekli kullandı. İstedikleri sadece kendi kontrollerinde olan bir Türkiye idi. Dedik ya biz o yıllarda çok gençtik. İletişim imkânları bu denli fazla değildi. 12 Eylül sonrası rahmetli Demirel’in şu sözü çok manidardır; “11 Eylül günü akan kan ne olmuştur da 12 Eylül günü birdenbire kesilmiş durmuştur?” Yıllar sonra yine şunu anladık ki 12 Eylül gününe kadar sahada olan tüm Empeyal güçlerin provakotörleri bir anda sahadan çekilmişlerdir ve kan durmuştu. Emperyal güç ABD içerdeki kendine müzahir unsurlarını harekete geçirmiş ve 12 Eylül darbesini yaptırmıştı. Zaten ABD Başkanına konser salonunda “Bizim çocuklar (our boys) darbeyi yaptı.” diye haber verilmemiş miydi?

Şimdi olanları ve yaşadıklarımızı düşününce çok daha derin analiz yapmak imkânımız oluyor. Bu birikimle değerlendirdiğimizde vardığımız genel hüküm şudur; Türkiye her zaman “Emperyal Güçlerin hedefinde olan” bir ülke olmuştur. Bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle bundan sonra da hedef ülke olmaya devam edecektir. Emperyal güçler hedef ülkenin zaafları olduğunda bu zaafları ve zayıf yönleri istismar etmekten asla imtina etmezler. O zaman ülkenin immün sitemleri sağlam olacak ve ancak bu suretle istismar edilme önlenebilecektir. Eğer ülkenin güvende ve mutlu olması isteniyorsa siyaset kurumu başta olmak üzere ekonomi, Ordu, hukuk ve adalet, eğitim, sağlık, tarım, vb. kurumlar sağlam olmalıdır. Bu kurumların zayıf tarafları olursa istismara açık olur ve Emperyal yapılar bu zafiyeti kolayca istismar ederler, tıpkı 12 Eylül öncesindeki süreçte olduğu gibi. Emperyal Güçler kimsenin gözünün yaşına bakmazlar. Tarihten ders çıkartmadan geleceğin planlanması mümkün değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum