içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Mesele Bu Günün Meselesi Değildir 1

İnsanlar gibi milletlerin de hayatlarında tercihler vardır. Tercihlerini hatalı biçimde kullananlar istedikleri başarıyı elde edemezler. Tercihlerini doğru kullananlar ise geleceklerini parlak inşa ederler. Bunun en açık örneği Japonya’dır. Japonya 75 yıl önce kafasına atom bombası yedi ama bu gün dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden birisidir. Yine Almanya 75 yıl önce dümdüz oldu, taş üstünde taş kalmadı ama bu gün dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri. Ya Türkiye, 1923 den beri yani 98 yıldır büyük bir savaş görmedi ama istenilen düzeyde değil. Neden? Anlatalım. Türk Milleti 1923 de dünyanın mucize olarak nitelediği “İstiklal Harbi”nden muzaffer olarak çıktı.

Onurundan ve bağımsızlık aşkından başka hiçbir şeyi kalmamış bir ulus şahlandı ve Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Atatürk’ün de ifade ettiği üzere “Askeri zaferler ekonomik zaferler ile taçlandırılmadıkça gerçek sonuç alınamaz”dı. Genç cumhuriyet sıfırlanmış koşullarda birçok ekonomik atılım yaptı. Cumhuriyetin seçtiği ekonomik model olan “karma ekonomi modeli ve planlı kalkınma” en uygun modeldi. (Bu gün dahi en uygun olan modeldir. Zira günümüzde birçok devlet, ulus kavramına dönmekte ve bu modeli benimsemektedir.) Nitekim Türkiye Cumhuriyeti zaman zaman hatalı ekonomik politikalar nedeniyle “70 sente muhtaç” süreçler yaşadıysa da bir biçimde öz varlıklarını elde tutmayı başardı. Bu varlıklar kamu açısından iktisadi bir balans niteliğinde olan Beykoz Deri ve Ayakkabı, Şişe Cam, Sümerbank, Nazilli Basma, Merinos, Şeker Fabrikaları, Eti Maden, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) vb. Kamu İktisadi Teşebbüsleri(KİT) idi. Hiçbir siyasi irade bu varlıkları “özelleştirmeyi”, yani halkın elinden alıp yerli yabancı şahıslara satmayı düşünmedi. Ta ki Türkiye “Neoliberal” ekonomik sisteme geçene kadar. Neydi Neoliberalizm? Şöyle başlayalım; Neoliberalizm dünya tarihinin gördüğü en ahlaksız, en gayri meşru ekonomik sistemin adı idi. Devletlerin kanunlar çıkartarak bir olguyu yasal zemine oturtması o olgunun gayri ahlakiliğini ortadan kaldırmaz. Sadece suç olmaktan çıkartır. Yani sistemin sosyolojik boyutu göz ardı edilerek hukuki boyutu öne çıkartılmıştır. Neoliberalizm nasıl ortaya çıktı? İkinci Dünya Savaşından hemen sonra 10 Nisan 1947’de İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında toplanan, içlerinde iktisat biliminin kuramcılarından oldukları kabul edilen Friedrich Hayek, Milton Friedman gibi iktisatçılarında bulunduğu bir grup Sovyet yayılmacılığını önlemek için bir araya geldiler. Neoliberalizm sistemini hayata geçirmenin temellerini attılar. Neoliberalizm bir ekonomik-politik pratikler teorisidir. Teorinin temelini; bireyin refahını arttırmanın en iyi yolunun güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasaların, serbest ticaretin yasal bir yapıya oturtularak bireyin girişim becerilerini (Azgelişmiş ülkelerde yasal boşluklar nedeniyle bu beceri, toplumun ekonomik varlıklarının belli bir kesimin üstüne aktarılması veya bireyin haksız kazanç ile zenginleşmesi gibi biçimlerde tezahür etmiştir.) ve girişim hürriyetini serbest bırakmak teşkil eder. Emperyal güçler egemen olmak istedikleri ülkeler üzerinde önce büyük algı operasyonları uygularlar. Gerçekleştirmek istedikleri sistemi o ülkenin kolayca satın aldıkları etkin bireyleri üzerinden birkaç yıl boyunca papağan gibi tekrar ettirirler. Bunun için etkin bir medya ağına ihtiyaç vardır. Özellikle de televizyonlar bu iş için olmazsa olmazdır. Zira kiraladıkları akademisyen, gazeteci, siyasetçi gibi bireyler emperyal yapının taleplerini her gün defalarca toplumun kulağına üflerler. Bir müddet sonra toplum bu duyduklarını benimser ve daha sonrasında sanki kendi düşüncesi imiş gibi hayata geçmesine yol verir. İşte neoliberalizm de Türkiye’ye bu biçimde gelmiştir. Çünkü emperyal güçler yüzyıllık hedeflerindeki ülkeler üzerinde taleplerinden hiç vazgeçmezler ve o ülke insanlarının kalkınmalarını asla istemezler. Zira kalkınmış bireyler emperyal güçlerin ülkeleri aleyhindeki taleplerini kolayca algılar ve derhal geri iterler. Emperyal Güç Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını asla istemedi. Çünkü bu onun yüzyıllık planlarına tamamen tersti. O nedenle, ekonomik yapıyı değiştirerek istediği koşulların olmasını sağlayacak toplumsal zemini hazırlaması gerekiyordu. Bunun için de toplumu kolay etkileyecek yöneticilere ihtiyaç vardı. Buldu da.

Geçmişte IMF’de görevli olan merhum Turgut Özal’ı Türkiye’ye gönderdi. Merhum Özal dönemin başbakanı merhum Süleyman Demirel’in müsteşarı olarak 24 Ocak 1980 kararlarını ekonomik alanda uygulamaya sokarak Neoliberalizmin Türkiye’de fiilen uygulamasını başlattı. IMF, Dünya Bankası ve OECD “devletin küçültülmesini” istiyorlardı. Devletin küçültülmesi ekonomik anlamda ifade ediliyordu ve amaç öncelikle KİT’lerin tasfiyesi idi. Çünkü KİT’ler toplumsal ekonomik balans görevini görüyordu. İnsanoğlu doğası gereği doğuştan itibaren ben duygusunu hep öne koymuştur. Ben duygusu bir anlamda insanoğlunu doymak bilmez ve açgözlü yapar. İstisna insanlar yani Maslow’un ihtiyaçlar merdiveni teorisindeki beşinci basamağa geçebilmiş olan bireylerde bu duygu çok büyük oranda törpülenmiş ve kendilerinde olanı toplumla paylaşma duygusu daha öne çıkmıştır. Bu paylaşma maddi olabildiği gibi manevi yani düşünsel boyutta da örneğin topluma yol göstericilik gibi olabilmiştir. Lakin her toplumda her bireyin beşinci basamağa ulaşması mümkün olmayıp eşyanın tabiatına da aykırıdır. İhtiyaçlar merdiveninin aşamalarından geçme sürecinde bireyin doğduğu andan itibaren aldığı eğitimler (öğrenimler değil eğitimler) diğer bir deyişle o çocuğun kişiliğinin oluşması sürecinde ona verilenler başlıca etkendir. Lakin genel çoğunlukla insanlar ben duygusunu önde tutarlar. Neoliberalizm’de üretim faktörlerinden olan girişimciler yani sermaye öne çıkmaktadır. Sermaye’nin (yani işadamının) doğal amacı kar etmektir. Neoliberalizm’de her türlü koşul meşru sayılarak kar etme yolu açıktır. (Her türlü yolu meşru görmeyen iş insanlarını tenzih ederiz. İfademiz tüm dünya geneli için genel bir tespittir.) Toplumdaki her birey sermaye sahibi olamayacağından böylesi bir durumun ilerleyen ekonomik süreçte toplumun büyük kitlelerinin olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. O koşullarda devletlerin “balans görevinde olan” KİT’leri devreye girerek üretimin toplum lehine gerçekleşmesini sağlarlar. Ancak Emperyal Gücün unsurları yukarıda da belirtildiği üzere bu kurumların “devleti küçültmek adı altında ortadan kaldırılmasını”  istemişlerdir. Çünkü Emperyal gücün hedeflerine ulaşabilmesi için toplum yapısının bozulması olmazsa olmazdır. Peki, bu iş nasıl oldu? (DEVAM EDECEK)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum