içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Sağlıkta Şiddet İnsanlık Suçudur

Canını dişine takıp insan hayatı kurtarmaya çalışan tüm sağlık personeline karşı son dönemde artan şiddet eylemleri tüm aklıbaşında insanlarda nefret ile karşılanıyor. Bu şiddeti gerçekleştirenlere lanet olsun. Geçtiğimiz hafta Kayseri’de bir uzman doktorumuz görevi başında iken bir psikopat tarafından şehit edildi. İki üç gün sonra İstanbul’da ise hastaneye gelen hastanın sisteme kaydını yapmak için kimliğini isteyen idari sağlık personeli hasta yakınları tarafından darp edilerek yaralandı. Neyse ki darp edenler tutuklandılar. Yine birkaç gün evvel Adana’da 50 civarında hasta yakını getirdikleri hastaya gerekli tıbbi işlemler yapıldığı halde bakılmadı diye acil sevisi birbirine katıp, kamu malına zarar vermişler, doktorları ve diğer çalışanları “ölümle” tehdit etmişler. Bunlar asla kabul edilemez davranışlardır. Kayseri’deki son derece başarılı ve yardımsever doktorumuzu şehit eden, sonra da intihar eden psikopatın medyada çıkan haberlerden öğrendiğimize göre psikiyatri tedavisi gördüğünü öğreniyoruz. Peki, psikiyatri tedavisi gören biri bir başka hastanede nasıl silahlı güvenlik görevlisi olur? Yasada hüküm var; “Ancak, eğitim ve öğretim kurumlarında, sağlık tesislerinde, talih oyunları işletmelerinde, içkili yerlerde silahlı özel güvenlik görevlisi çalıştırılamaz.” İyi de adam hem psikiyatrik tedavi görüyor, hem silahlı güvenlik görevlisi hem de “bir sağlık tesisinde” çalışıyor. Hastanelerde silahlı güvenlik görevlisi olmayacağı kanunen hükme bağlanmışken bu adam yasaya aykırı olarak nasıl görev yapmış? Hastane yöneticileri bunu nasıl görmemişler? Hastanelerde silahlı kişi olarak yalnızca “devletin polisi” olur. Öte yandan hasta yakınlarının doktor, hemşire, idari personel gibi sağlık görevlilerine saldırmaları da giderek olağanlaşıyor. Bakıyorsun saldıran adama, topluma verdiği katma değer sıfır. Niteliksiz adam baksan doğru dürüst bir okul bile okumamıştır belki. Ama hastaneye gelince “doktor dövmeyi kendine hak görüyor.” Nasıl bir zihniyettir bu? Aynı faydasız adam hastaneye girip doktoru, hemşireyi okula girip öğretmeni dövebiliyor ya da kurşunu sıkıp şehit edebiliyor ama karakola, kışlaya, adliyeye girerken süt dökmüş kedi gibi giriyor. Neden? Çünkü Polisin silahı var. Karakola silahla girip doktora yaptığını yapmaya kalksa ya orada tepeleneceğini ya da derhal etkisiz hale getirileceğini biliyor. Canına okunacağını biliyor, korkuyor, ödü kopuyor. Bu tür adamları sadece korku durdurur. En büyük korkuları ise kaybedecek tek şeyleri olan canlarını kaybetmektir. Öte yandan hasta yakınlarının acil servisi bastığı ve dağıttığı, tehditler savurduğu gibi bir karakolu bastıklarını, kahraman polisimizi tehdit edebildiklerini gördünüz mü hiç? Göremezsiniz. (Allah korusun tabii ki olmasın zaten.) Çünkü bilirler ki öyle bir durumda canlarına okunacak ve hepsi en hafifinden kodesi boylayacaklardır. Bu faydasızlar sağlık personeline şiddet gösterdiklerinde de en az 3-5 sene içeri tıkılıp güneşi göremeyeceklerini bilseler bakalım öyle doktor, hemşire dövebiliyorlar mı? Her meslek kutsaldır ancak bazı meslekler vardır bir tık daha ilerdedirler. Doktorluk, Askerlik, Polislik, Öğretmenlik gibi. Çünkü bu mesleklerin toplumsal katkıları yani ürettikleri katma değer tüm toplumu doğrudan etkilediği ve mesleği icra edenin şahsından da büyük özveri gerektirdiği için diğer mesleklerden bir tık öne çıkarlar. Doktorluk ilk çağlardan beri insanlık âleminde saygın ve kutsal bir meslek olarak kabul görmüştür. Çünkü doğrudan insan hayatı kurtarmak üzerine kurulu bir meslektir. İlkçağlardan beri insanoğlunun ilk başvurduğu kişiler hekimler, eczacılar olmuşlardır. Bir hekim bazen bir ameliyata girer ve 14-15 saat ayakta, yemeden içmeden o ameliyat masasındaki hastasını kurtarmak için insanüstü bir gayret sarf eder. Yolda hiç tanımadığı bir yaralıyı gören bir doktorun başını çevirip gittiğini gördünüz mü hiç? Mümkün değil göremezsiniz çünkü ettiği yemin ve aldığı eğitim derhal o yaralıya tıbbi müdahalede bulunması refleksini onun ruhuna işletmiştir. Ülkemizin hekimleri tüm dünyada itibar görürken kendi memleketlerinde şiddetle karşılaşmaları aslında utanç verici bir durumdur. Bu konuda İlber Ortaylı Hocanın uyarıları çok önemli. İlber Hoca “Bu saldırılarla Türkiye tıbbının gelişmekte olan yapısını koruyamayız ve uzmanlarımız kaçarlar. Saldırganlık tek başına yeşermiyor. Taşradaki TV kanallarında iki tane çokbilmiş kasabalı çıkıyor, konuşmayı bile doğru düzgün bilmeden halkı hekimlere karşı kışkırtıyor; falan arkadaşın eşinin “yanlış teşhisten dolayı öldüğünü veya sakat kaldığını” ileri sürüyor. Bu kadar cüretkârane konuşma ve ezbere hedef gösterme alışkanlığı Türkiye’de yenidir. İnsanların derdi ve şikâyeti olsa bile bunu kendi aralarında konuşurlardı. Bugün hekimin yanlış yaptığını hiçbir ehliyeti olmayan bu gibi çokbilmişler(!) ileri sürerse ve bu gibi provokasyonlar kanunun ve hekimler odasının şahsi takibatına uğramadan kalırsa arkası gelmez ve başka alanları da kapsar. Sözü cehalete bırakmak ve cehaletin eyleme geçmesine göz yummak kimseyi mutlu etmez. Umumi olarak bu olayları telin etmek çok fazla şey ifade etmiyor. Müsebbiplerini aramak ve bilhassa TV gibi medya araçlarıyla kışkırtıcılık yapanlardan Tabipler Odası veya yetkisi olanlar davacı olmalıdırlar.” Hocaya katılmamak mümkün değil. Hekimlere saldıran faydasızlar doğru dürüst bir okul bile okumamışlardır ama en az en az 23-25 yıl okuyup uzman olmuş bir doktora saldırmayı kendilerinde hak görürler. Bir hekim kolay mı yetişiyor? Kaç sene sürüyor yetişmesi, bu ülkeye bu millete kaç milyona mal oluyor. Üniversite sıvalarında en yüksek puan Tıp Fakültelerinin. Yani tıp fakültelerini kazananlar bu ülkenin en zeki çocuklarının başında geliyor. Şiddet böyle artarak devam ederse ülkede milletin sağlığını koruyacak hekim kalmaz. Öte yandan görevi hayat kurtarmak olan bir hekim artan şiddet karşısında riskli hastayı kabul etmek istemez. Yani örneğin bir kalp ameliyatı yapacaksa bu hastadan uzak durmaya çalışır. İnsan doğası bu. Ya hasta ölürse, hasta yakınları bana bir kötülük yaparsa diye. Bir doktor darp edilmekten, öldürülmekten korkarsa mesleğini nasıl icra edebilir ki? Hâlbuki hiçbir doktor hastasını kaybetmek istemez. Her doktor hastasının şifa bulmasını ve sağlığına kavuşmasını ister. Ama sonuçta hiçbir doktor tövbe haşa Yüce Rabbimiz değildir. Rabbim ne kadar ömür vermişse insan o kadar yaşar. Doktor sadece o hastayı yaşatmak için tıp biliminin gerektiği biçimde elinden geleni yapar. Sonuçta son karar Yüce Rabbimizin değil midir? Türkiye’deki tıp bilimi özellikle bazı branşlarda dünya çapında ses getiriyor. Yurt dışından birçok insan şifa bulmak amacı ile ülkemize geliyor. Sağlık turizminde önemli bir mesafe katettik. Görüldüğü gibi hekimlerimiz yalnız şifa dağıtmakla kalmıyor ülkemize döviz de kazandırıyor. Hekimlerimizin kıymetini bilecek bilinç seviyesine gelene kadar sağlıkta şiddetin önüne geçebilmek için cezalar caydırıcı olmalıdır. Doktora saldıranı (tüm sağlık personeline) 15-20 yıl at içeri, bir de sağlık güvencesini iptal et, bakalım kimse saldırabiliyor mu bir daha?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum