içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İşçiyiz, Haklıyız (!) Kazanacağız!

Haklı olmanın zemini nedir, dayanağı nedir? Bu sorudan önce tersten bir soru sormak gerekir? HAKLI olmanın dayanağı sosyal statü, sınıf, ırk, kabile, ideoloji olabilir mi? Hak kavramını bir sosyal statüde birleştirip bireylerin ferdi hak durumunu yok sayıp bireyleri yok etmek demek değil midir? Bireylerin tutum ve davranışlarının iyi ya da kötü olmasının bir değer ifade etmediği ve toplumsal statü ile korunma zırhına büründüğü aşikar değil midir?
İşçi sınıfında olmak tek başına haklı olmayı getirmez elbet. Keza patron olmak ta tek başına haklı olmayı getirmez. Güçlü ya da zengin olmanın haklılığı getirmediği gibi mazlum, zayıf, fakir olmak ta tek başına haklılık dayanağı olamaz. Basit bir örnek ile açıklayalım: İşçi çalıştı ama emeğinin karşığını patron vermedi: İşçi  haklı, patron haksız. İşçi işin hakkını vererek çalışmadı ama maaşını tam aldı: İşçi haksız, patron haklı. Görüldüğü hakkı belirleyen kriter her zaman sosyal mevki değil. Bireysel tutum ve davranıştır. Doktor olmak, hakim savcı olmak, bürokrat olmak ta kişiyi mesleğinden dolayı haklı hale getirmez. Keza ana baba olmak ta kişiyi haklı hale getirmez. Kişi giydiği elbisenin içindeki hali ile haklılık kazanır ya da kaybeder. Bunlar sadece birer elbisedir.

Bireylerin bağlı bulundukları toplumsal statü, kendilerini haklı çıkarmak için kullandıkları bir araç olabilir. Ya da kendi haksızlıklarını örtbas etmek için birer perde haline gelebilir. O halde hak kavramının, değişken toplumsal statülere değil, konsensüsle belirlenmiş ya da insani vicdana ya da ilahi adalete dayanması gerekir. Bu beşeri konsensüs  ya da İlahi normlar, hangi toplumdan ya da hangi sınıftan olursa olsun bireyin yada grubun, belirlenmiş hak ölçütlerine uyması ve haklar karşısında herkesin eşit mesafede olmasını getirir. İlahi kriter toplumlar üstü, zaman ve mekan üstü eşitlik ve adalet üzerine dayanan bir sistemdir. İnsanların da kendi bulundukları coğrafyada ya da uluslararası arenada karşılıklı haklarını gözeten, herkesin uymak zorunda olduğu sözleşmelerdir.

EŞİTLİK hak düzeyindedir, kişinin yada grubun davranış ve tutumları bağlı oldukları sınıfa göre değil ‘HAK’ nazarındaki duruşlarına göredir. Kimse daha zengin olduğu için haklı değildir, kimse şu ırktan olduğu için daha haklı değildir, kimse zayıf olduğu için haklı değildir.
HAK kişinin yada grubun elinde olan imkan/imkansızlığı üzerinden gerçekleşmez.  İmkan üzerinden gerçekleşen teklife karşı alınan tutum HAK olgusunu getirir. Örneğin imkansızlığa karşı gösterdiği tutum isyan da olabilir, meşru hak arama da olabilir. Mesele, imkansızlık değil ona karşı duruştur. Bu duruş  HAK kavramını getirir. Yada geniş imkana sahip kişinin bu imkanı ver ‘ TEKLİF’ ine icabet eder ve imkanını paylaşır yada  elinde tutar ve insanları ezme de kullanır. İmkan kişi ya da grubun HAK nazarındaki tutumunun test aracıdır.
Yani imkan, sosyal statü, sınıf ve ırk insanların içlerinde olanı (adalet ya da zulüm)ü ortaya döken birer turnusoldür. Üstünlük ve isyanın meşru dayanağı değildir.  Kişi yada gruplar yaptıklarının gizlemek için bağlı oldukları sosyal statünün arkasına saklanamaz

Eğer HAKLILIK toplumsal sınıflara göre değişirse o zaman toplumun genelinde sınıf çatışması ve kaos kaçınılmaz olur. Evrensel ölçekte de ırkların üstünlüğü mevzusu gündeme gelir. Bu yaklaşımın getirdiği zararları, dünya barışının tehlikeye girmesini  İsrail örneğinde görüyoruz. Yahudilerin üstünlük anlayışı, onların yaptığı her hareketi HAKLILIK temelinde meşrulaştırmasından geliyor. Bu da tabi İsrailin diğer milletleri ezmesini, zulmetmesini ve bebek katliamını HAK kılıfına sokmasını getiriyor.
Bireysel, toplumsal  HAK kavramı sınıfsal, ırksal temelden evrensel ölçekteki insani vicdana ve İlahi Hak kavramına irca etmeli ki gerek toplumsal gerek evrensel ölçekte huzur sağlansın, adalet yerini bulsun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum