içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Her Zaman ‘Ben’ Olmamalıyız

Ülkemiz sınırları içerisinde yaşayan tüm müslüman milletimizi kapsayan kadim Kurban Bayramımızı bu yıl huzurla geride bırakırken aslında beyinler ve vücutlar çok yorgundu. Geldiğimiz noktada, dünya ve ülkemiz üzerinde yaşananlar ne kadar inanılmayacak olsada aslında izler bırakarak geçti. Bu bayram, belleklerimize yer eden her sabah acaba bugün sırada ne var düşüncesi ile uyandığımız bu zor global yaşam şartlarında en azından biraz nefes almak, dinlendirici oldu.

Yüzde olarak düşündüğümüzde az da olsa bayram ziyaretlerinin gerçekleştiği ülkemizde, dijital platformun siyaset arenası'nda yaşanan kırgınlıkların bayramda bile devam ettirilmesi üzücü. Buda benim düşünceme göre hala ülke içindeki yaşanan olayların kişisel siyasi bazdaki eleştirilerdeki tahammülsüzlük boyutunun maalesef ne kadar endişe verici bir noktada olduğunun göstergesiydi

Bu yaşıma kadar muhafazakar ve milliyetçi biri olarak ülkemin geleceği konusunda en güvenli düşündüğüm bir partinin sempatizanı olsamda, diğer partilerinde ülkem adına doğrularının olduğunu, hepsinin zaman zaman yanlışlara kapıldığını biliyorum. Ülkemizdeki bütün partilerin milliyetçilik konusunda en milliyetçi biziz söylemlerinin arkasındaki ayrılıklar, inananlar  ile maalesef sürekli inançlı olduklarını söyleyip diğer  inananları eleştirenler yüzünden oluşmuştur.

Diğer bir tarafta İslami inanç meselesinde 90’lı yıllardan sonra çağdaşlaşma adı altında çocukluğumdaki büyüklerin verdiği "baskısız İslâmi terbiyeden" uzaklaşılarak, Atatürk'ün adınında güya çağdaşlık baz alınarak birçok yerde ilgisiz ve gereksiz sık kullanıldığı İslamiyetle hiç ilgisi olmayan yeni yeni zamanlar yaşanmış ve bu yeni zamana uygun yeni bir nesil yetişmiştir.

İslamiyet en son dindir ve en son kitap Kur'an-ı Kerim'de belirtilmiştir. Bu çok büyük bir belgedir. Acaba, müslümanım diyen büyük bir kesim ilerisinin ne olduğunu bilmediğimiz bir dünyada artık İslamiyet'in son din olduğunun belirtilmiş olmasının üzerinde ne kadar düşünmüşlerdir!

Ülkemizin kadim geçmişinde / tarihinde, büyüklerimizle bize aktarılan İslami bilgilerin yol göstericiliğindeki İslâmi inanç; sanki üzerine özellikle bir kurgu kurulmuşçasına ve daha çok ülkenin batısında  medyada önce sol görüş adı altında çıkan dernekler gazeteler ve yazarlarla baskı altına alınmaya çalışılmış akabinde insanda oynanması en tehlikeli duygusal bağlılık olan din duygusu üzerinde sonu çok yıkıcı projeler üretilmeye başlanmıştır. Hem çağdaşlaşmadaki hem de inanç üzerindeki saçma sapan özgürce projelerle, filler tabiri caizse açık ve kapalıların üzerinde hunharca tepinmişler, olan Türk halkına olmuş, samimi açıklar kaybetmiş, samimi kapalılar ise hüsrana uğramışlardır. Üstüne üstlük İslamiyet ve din duygusu üzerine geliştirilen devleti ele geçirme projesi ile ülke, toplumun din hissiyatı "müslümanlığın tanımı açısından" çok büyük zarara uğratılmıştır. Bu büyük  projedeki yıkımda din görevlilerin büyük bir kesiminin payı çok yüksektir.

İslamiyette hiçbir görüşün diğerine baskı yapmaması ön görülmüşken yaşam biçimlerine cahilce ya da bilinçli, birçoğu kendi çıkarları doğrultusunda sürekli müdahalelerde bulunmuşlar, açık kapalı arasındaki uçurumu daha da derinleştirmişlerdir. Tabii bunun üzerinde bu yola giren toplumun, cahilliği ya da çıkar ilişkilerini belirtmek yanlış olmaz. Mesele açıklık ya da  kapalılık değildir. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan üstün bir toplum yaşama biçimi ile bugün yaşamaya çalışılan  İslami yaşam biçimi olarak algılananlar derinlik açısından birbirlerinden çok farklıdır. Ayrıca üstelik toplumumuzun anladığı/anlamak istediği yaşama biçimi ile İslâmda belirtilen toplum yaşama biçimi arasında dağlar kadar fark vardır. Bu Kuranı Kerim anlatımından çok uzak despot insana has hiç bir iç derinliği içermeyen anlatımlar yüzünden maalesef Müslüman Türkiye üzerinde, Atatürk'ün ailesindeki yaşam biçimi ile de uygun, ister açık ister kapalı olunsun toplumca Kuran ahlâklı gelişmiş insanca bir toplum modeli hayata geçirilememiştir. Bunun bugün gelinen bu noktada yeni nesil üzerindeki etkileri, gözler önündedir.

Konu elbette ki gelişmiş dünya ülkeleri üzerinde yaşayan insanların günlük yaşamlarında çok ağır cezalarla oluşturdukları yaşam biçimleri değildir. Çevreye zarar vermemek saygılı olmak düzenli bir toplum için ne kadar gerekli ise aile içerisindeki sağlıklı bir yaşam tarzıda insanın geleceği açısından çok önemlidir. Toplumda, insana dair ahlâka aykırı "özgürce bir yaşam" diye bir şey yoktur. Bunun dışında kalan ne olursa olsun farklı düşüncedeki insanların yaşantılarına karışılması eleştirilmeside  gericiliktir. Ancak saygı ve ahlâk çerçevesi içerisinde yasalara uygun, bir arada fakat toplum normlarında insanca hareket edilebilir. Daha açık bir anlatımla evde giyilebilecek iç kıyafetle dışarıda gezinme özgürlüğünde bulunanların, diğer tarafta çarşaf veya şalvar giyme özgürlüğünü (ya da tam tersi) eleştirme hakkı yoktur. Eleştiri her ikisine birden olmalıdır. Kainatta herşeyin azı karar çoğu zarardır.

Toplumdaki saygıdan bahsederken ülke devlet yönetiminde olacak olan bireye has uygun siyasi parti görüşünde de durum yine aynıdır. Bağımlılık nerde olursa olsun tehlikelidir. Birçok yaşanmışlıktan gelen tecrübe sahibi, ülkesinin kadim geçmişine saygılı, ülkesini seven naif hassas insanları, siyaset yüzünden karalamak ötelemek yok saymak sağlıklı bir ruh hali olamaz. Karalananlarda, karalandıkları için haksız, bilgisiz, anlayışı zayıf olanlar olamayacakları gibi protesto edenlerinde en iyi üniversitelerde okumuş olsalarda, en iyi şirketlerde üst mevkilerde bulunulsada iyi bir işe sahip olunsa da yada ilkokul, ortaokul, lise mezunu olunsa saygısızlıkları affedilemez. Kimsenin kimseden hiç bir şekilde üstünlüğü yoktur. Önemli konularda yorum belirtmede kişisel kriterler oldukça fazladır. Hiç kimse en iyisini ben bilirim edası ile bir davranışta bulunamaz. Hakaret edemez. Bu değişime ve gelişime aykırıdır. Bulunuyorsa  çıkar ilişkileri ön plândadır

Ülke, Atatürk’ün ölümünden sonra kalan yabancıların kurdukları şirketlerin çıkarlarına veya yanlış siyasi ülke politikaları yüzünden sonradan topluma mal edilmeye çalışılan binlerce yabancı şirketlerin varlıkları nedeni ile de yanlışlara sürüklenemez. Kimse  saplantılı bir şekilde cahilce parti tutarak ülke çıkarlarına ters hareket etme hakkını kendinde göremez. Kimse kimsenin günah keçisi değildir. Bilinmeyen bir geleceğe sürüklenirken hangi görüşte olunursa olunsun digital platformdan yada kahve kültürü ile, medyum gibi yada bile bile yada bilmeden yalan söylemleri tercih ederek hakaret edemez. Karalayarak aşağılayarak yapılan eylemlerin faturası ileride geriden gelenlere dair çok ağır olur..

Türkiye devletinin doğruları tektir. Taşların altına herkes elini koymak zorundadır..Bir kesim, diğer kesimin yaptıklarını, hele böyle ağır zamanlardan geçiyorken yüklenmek zorunda değildir..Söz gümüşse sükut altındır. Sevgi bütünlüğü içinde karşılıklı uzlaşı, saygı ve güvenle bir beraberlik kurabilmek için ortak sorumlulukların farkında olmak gerekir. Bazen güçlü durmak acıları büyütmekten başka hiç bir işe yaramaz. Planlarına dahil olmasalar bile Türkiye devletine karşı olmayan insanlar için HOŞGÖRÜ VE KABULLENMEYİ ÖĞRENMEK GEREK' ir..

 "Büyümemiş çocuklar" kitabına ithafen rahmetli Doğan Cüceloğlu hocamızı rahmete saygıyla anarken DÜŞÜNEN, DÜŞÜNDÜREN, DÜŞÜNCEYİ YAŞATAN herkese saygılarımı sunuyorum..Sağlıkla ve esen kalın..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum