içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İnsan

İnsan yaratıldığı günden bugüne kadar birçok evrelerden geçti, hâlâ da geçmekte. En büyük gayreti hayatta kalabilme mücadelesi oldu hep. Çok çeşitli evrelerden geçti. Her insanın hikayesi doğmak büyümek yaşlanmak ve ölmekti. Doğum ve ölüm zamanın içerisine ne sığdırabildiyse buna dair bir yaşam sürdürdü.

 

İnsan olmak denildiği kadar kolay değildi. Bir yandan geçimini sağlarken diğer yandan kendisini de geliştirmeliydi. Bilim dünyası insanın doğumundan gençlik yıllarına kadar gelişimine çok önem veriyordu. 3 yaşına kadar gelişimini tamamlar, 3 yaşından sonra bu kaydettikleri ile kendisine yol çizerken, okul eğitimi ile bilgi sahibi, aile eğitimi ile inanç ve terbiye alır denilirdi hep.

Bir insanı çocukluğunda yetiştirmek bu kadar önemliyken, çocuğun zenginliği, yetiştirenlerin iç dünyalarının ne kadar derin oldukları ile doğru orantılıdır. Çok eskiden aileler çocuklarını iyi yetişsinler diye dergâhlara ya da medreselere yolluyorlar, bu dergâh ve medreselerde şimdilerde ki gibi siyaset anlayışı olmadığı için, çocuklar sadece ilim, irfan ve edep ile büyütülüyorlardı. Tarihse buralardan yetişip gelen birçok değerli şahsiyetlerin insanlığa hizmetleri ile doluydu.Ve devleti İslamiyet anlayışı ile uzun seneler bu inanç ve insanlık değerleri ile yönettiler..

Eski zamanların insan olma anlayışı ile bu zamandaki insan olma anlayışı arası gitgide açıldı. Bambaşka bir olguya dönüşüldü. ‘Benlik’ anlayışı inanılmaz bir şekilde insanı ele geçirdi, insan 'benim' demeye başladı. Kendisini dünyaya getirip büyütenlere bile benlik davranışları normal sayılan günümüzde ne olmuştu da insan kendisini var edenleri bir yerde hiçe saymaya başlamıştı.Yoksa bu kendisini yetiştirenlerin bir eksikliği miydi? Yetiştirenlerde böyle mi görmüştü, böyle mi büyümüştü? Ya da büyütenler kendi benliklerine düşüp bu sahip oldukları yeni insanı göz ardı etmişler, yeteri kadar ilgi ve zamanı ayırmamışlar mıydı?

İnsan, kendisini insan yapmaya çalışan köklerinden ne zaman koptu? ‘Zeka, duygu ve  ruhsal sağlık’ olguları içerisinde zengin bir içe sahip olmak varken, kendini iç dürtülerinin eline bu denli niçin ne zaman bıraktı ve yeni dünya bu dürtü ve hazlarla neden bu kadar çok ilgiliydi. Oysa bizim gelenek ve göreneklerimize göre iç dürtülerimizin kontrolünü öğrenmemiz gerekmiyor muydu?

 

Bu dürtüler zamanla insanı tamamen ele geçirip hoyrat bir varlığa dönüştürdü. İnsan türlü türlü asılsız gerekçe ve materyallerle sürekli kendisini haklı çıkarma yarışına girdi. Halbuki gelecek nesiller, içinde bulundukları toplumu çok daha iyi konumlara getirebilecek insanlar olmalı, okullarda bunun için eğitim alınmalı, toplum ilişkileri bu mükemmel eğitimlerle şekillenmeliydi. Şimdiki zamanda eskiye göre çok daha fazla inanç eğitimi alıp bunu topluma öğretmekle görevli insanların imkânlarının bu kadar gelişmiş olmasına rağmen, her bir bireyin kâmili insan yetişmesi bu kadar mı zordu.

Insan hoşgörülü olmalıydı. Birbirini hoş görmeliydi. İnançlıyım diye böbürlenen insan, kendisine rehber gönderilenin önderliğini de hiçe saydı, kendi buyruğuna asılır oldu. Aklınca kendi buyrukları kendine daha hoştu. Hoş bu bencillik kisveleri ayrı gayrı olmayı gerektiriyorsa da oluversindi o böyle kendini "oldum" diye avutuyor bu saçma büyüklüğünüde çok seviyordu. Üstüne üstlük kendisini büyük ve önemli yapan herşey ona göre mübahtı. Çünkü zamanının belirli olması korkusu, ne kadar belli etmesede herşeyin üstündeydi.

Bu güne dek bu topraklardan, sanki yaşamamışlar sanılan ama tarihte iz bırakan, yüzbinlerce ulvi insan; okumuş okumamış alîmi hocası, insanlığa aşk ile hizmet edeni, sayısız erenler gelip geçti. Bu yolu tek bildiler, kendi yollarında hak yolunda yürüdüler. Kırmadan incitmeden insan olmayı seçtiler. Zenginliği içte buldular. Doğruluğu kendi içlerinde gördüler..Ne kadar ilim öğrenilirse öğrenilirsin aslolan iç güzelliğiydi..Yaratılmış olmanın da sebebi bu değilmiydi? Yaradan kendine insanı muhattap almamış mıydı? Herkesi bir yarattı. Ama günümüzde insan gizli bir hazine olduğunun farkına varmayı, kendini bilmeyi, kendini bilince âlemi bileceğini bilmedi. Bilseydi bu dünyada neden olduğunun, kim olduğunun farkına varabilir, yaşamını ruh dünyası aydınlanmış, kâmili erdem bir insan olarak sürdürmüş olurdu..sevgilerimle.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum