içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Yunus Aşkı

Eskiden büyüklerimize duyduğumuz o içten sevgi...

İzmir doğumluyum ama, memleketimiz anne baba memleketi olan İzmir'in ilçesi Tire' dir. Babam askerliğini yedek subay olarak yaptıktan sonra girdiği gümrük sınavlarını kazanarak evlenip, İzmir’e gelmişler, ben İzmir' de doğmuşum. 2 yıl sonrası da tayinlerle bilindik memuriyet hayatı.

 

Çocukluğumu hatırlıyorum, babaannem rahmetli oluncaya kadar bizimle birlikte yaşamıştı. Hani tabiri caizse Osmanlı gibi bir kadın, çok iyi bir insandı. Sakız adasından geldiği için az da olsa rumca bilirdi. Erkenden yatar, gece 3’ te kalkar bir daha yatmaz, Kur'an okurdu. Anneannem ve halalarımdan biri, Tire'de birbirlerine çok yakın otururlardı. Anneannemin evinin arka odasına bakan çıkmaz (irim) sokakta oturan rahmetli halamda, tıpkı babaannem gibiydi..Dürüst, çalışkan ve ismi gibide adildi.

Tatillerde Tire'ye giderdik. Dedemlerin evi üçyol ağzı, köşede iki katlı eski çok güzel bir evdi. Üst kattaki kafesten sokağı seyrederdik. Alt katında annemin halası oturuyordu. Anneannem ve rahmetli Fahriye hala; ikisi de kendilerini İslamiyet'e adamış çok inançlı dini bütün insanlardı. Birbirleriyle gerekmedikçe pek konuşmazlardı. Fahriye hala, yani annemin halası, anneanneme göre çok konuşkan hatta rahmetli biraz da sinirliydi. Ondan çekinirdik. Rahmetli  anneannem eli yüzü nurlu sakin çok sabırlı bir insandı. Pamuk gibiydi, üzüldüğünde de, bir şeye kızdığında da hiç konuşmazdı. Daha doğrusu belli etmezdi. Evde sadece radyo vardı. Ezan okunurken annemin halası alt kattan onun sesini kısın diye seslenirdi, hemen koşup kısardık.

Sarı çiçek ilahisini (Yunus Emre) anneannemden öğrenmiştim, el yazısıyla yazdığı küçücük bir ilâhi defteri vardı. Ama anneannem aynı zamanda Barış Manço’ yu da seviyordu. Radyoda çaldığında el çırparken gördüğümde biraz şaşırdığım anılarımın en önemli köşelerinden birinde hep saklı kaldı.

 

Annem tıpkı anneanneme çekmişti. Rahmetli dayımla rahmetli annem ikisi bir araya geldiklerinde sessiz sessiz anlaşırlardı. Ne rahmetli annemin, ne anneannemin, ne de rahmetli dayımın birileri hakkında yorum yaptıklarına şahit olamazdınız. Sonra sonra yaradılışlarının böyle olduğunu anlamıştım.

Çocukluğumda Tire çok ulvi bir şehirdi ve İslamiyeti buram buram hissederdiniz.Genç bayanların başında eşarp, büyüklerin başlarında ise kocaman beyaz bir örtü olurdu ve bellerinden aşağıya peştemal denilen kırmızı bir eteklik giyerlerdi. Erkekler ağır ve sakin, olgun insanlardı, başları yerde yürürlerdi. Orta yaş üstü kadınlar alışveriş yaptıkları eli yüzü nurlu bakkallara ahretlik derlerdi..

İzmir'e 2 saat mesafede olan ilçenin, o zamanlar yakınlarında pek şehir yoktu..Ama çok zengindi..Zengin fakir ayrımını çok göremediğiniz ilçenin zenginliği ise tarımdan yani üretmekten çalışkanlıktan geliyordu. İnsanlar tarlada ve zanaatta çok üretkenlerdi. Pazarlarda beyaz örtülü elleri yüzleri nurlu bu teyzelerin önünde, az miktarlarda tazecik sebzeleri olurdu. Pazardan ya çökelek alırdınız ya da peynirci dükkanlarına giderek koca koca tulumların içinden kestikleri tazecik tulum peynirlerini..Kuyu kebabı ise hâlâ meşhurdur. Sabahın çok erken saatinde olur, sonra kalmazdı. Anneannemin her sabah saat 7.30 a kadar, "kalkın kalkın nasipler geri gidiyor" diye uyandırdığında, kebapları mangalın etrafında dürüm içerisinde sarılı gördüğümü, uyumak istesek bile kızarak kalkmadığımızı da çok iyi anımsıyorum.

Rahmetli dedem fıstıkçıydı..Her akşamüstü gittiği geceleri ışıklı küçük bir arabasında bu tazecik çerezlerini satardı. Evin girişinde büyük avludan sağa dönüldüğünde tahta merdivenin altında kilitli bir odası vardı.. Orası onun dükkanıydı..Rahmetli anneannem dedem kabak çekirdeklerini koca koca kevgirlerde yıkayıp kuruturken, gizlice bu iş odasına girer bize dedemin o çok kıymetli bademlerinden antep fıstıklarından alıp verirdi..Lezzetlerimi, şimdikilerden çok daha güzellerdi..

Akşamları hemen hemen herkes, ailece aşağıya orta yerdeki havuzlu parka giderdi. Bu park çok büyük sallanan büyük lambalarla ışıl ışıldı. Çok kalabalık olurdu..Yazlık sinemalar da meşhurdu..Herkes ay çekirdeği, kabak çekirdeği ve fıstık alirdı.İçecekler çay ve limonata, gazoz olurdu. Hesaplarıda hatırlıyorum, çoğu bozuk (madeni) paralı gibiydi..Ailelerin genç delikanlıları parkın girişinde sol taraftaki onlar için olan bölümde otururlar ama kesinlikle bu bir tecrit, zorlama değil, bir gelenek görenekti ve bir saygı öğrenimiydi. Aileler parkta otururken gençler ve biz çocuklarda çok uzaklaşmadan gezerdik. Parkın bekârlar bölümünde oturan gençler ise genelde beğendikleri kızlar için gelen delikanlılardı. Tabi kızların bakışlarıda mahallerinde ya da tanıdıkları ailelerin  delikanlılarını aramıyor değildi.

Tiremiz önce Hristiyan'ların (Yunanlıların), sonra Osmanlı hakimiyetinde olduğundan daha o zaman 32 camisi olan, hem İslâmiyetin etkisinde ama diğer dinlerle ilgili düşmanca tavırlar sergilemeyen ve asla yobaz olmayan bir şehirdi. Görgü çok önemliydi. Bizler İslâmiyeti bu büyüklerimizden görerek daha çocukken  kalben nefret tohumu deyiminden bir haber sevgi içerisinde öğrenmiştik. Özgürdük. Büyüklerimizi hem seviyor hem sayıyorduk..Çünkü onlar pamuk gibi çok iyi insanlardı.

    Tüm bu ebediyete intîkâl eden büyüklerimizi rahmetle anarken, bizi şefkatle hiç üzmeden içtenlikle büyüttükleri için hâlâ minnetle ve saygıyla anıyorum..Iyi ramazanlar

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum