içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Fatih Sultan Mehmed (IV)

   (30.03.1432 / 03.05.1481)

‘‘Hakiki sanat muhteşem bir şehir vücuda getirmek ve halkının kalbini saadetle doldurmaktır.’’

Fatih,in güzel sözüyle sözlerime başlamak istiyorum. İstanbul Fatih’in düşündüğü mutluluk kapısı olma yolunda ilerliyordu.1204 ‘teki IV. Haçlı seferinde Latinlerin yağmaladığı İstanbul’u Fatih tekrar ayağa kaldırıyordu.Her padişahın ayrı bir meziyeti vardı. Fatih’in meziyeti ise bahçıvanlıktı. Buradan hareketle Fatih toprağa tohumları ekerek İstanbul’un geleceğini şekillendiriyordu.

Fatih İstanbul’un geleceğini şekillendirmeye dursun, burada asıl önemli iki konuya değineceğim. Birincisi, hepinizin bildiği fethin sembolü Ayasofya’nın camiye çevrilmesi hadisesi. Bu konuya paralel olarak Fatih’in bir sözünü aktarmak isterim: ‘‘Hayatım boyunca Allah’ın emirlerinden dışarı çıkmadım. Allah’ın rızasını kazanmak için uğraştım tek gayem bu idi.’’ Bu sözünden hareketle islam hukukunda bir şehir fethedildiği zaman kılıç hakkı olarak o yerin sembolü ve  en büyük mabedi camiye çevirilir. Fatih’te Allah’ın emirlerini yerine getirerek dinini yayarak ve Efendimizin sözüne mazhar olarak, istanbul’u fethediyor. İslam tarihinde Mekke fethin gülü ise, İstanbul’da gülün fethidir. Böylelikle Ayasofya Camisi’de fethin sembolüdür. Ayrıca bir gerçek var ki, Ayasofya’nın müze olarak kalmasının bir kötü tezahürü olarak o mabedin zemininde asırlarca ecdadımızın alnı secdeye değmiş ve biz ayakkabılarla o mabedin zeminine basıyoruz. Biraz düşünelim herhangi bir camimizin zeminine  acaba ayakkabı ile mi basıyoruz? Ayrıca İsabel Catolica (Kirli İsabel) 1492 yılında Endülüs’ü işgal ederek,orda bulunan Müslüman ve Musevilere katliam yaparak Kurtuba camisini kiliseye çevirerek kendince İstanbul’un intikamını almıştır. Sonuç olarak; Cami olarak kalması bizim tarihimiz açısından çok daha önemlidir.

Fetihle işgal arasındaki farkı açarsak fetih demek açmak demektir. Fetihle kalpleri açarız ve gönülleri kazanarız. Bu yüzden İstanbul mutluluk kapısı oluyor. İşgal ise örneğin, 1204’te Latinlerin İstanbul’da ki yaptıkları tahribat ve zulümdür.Bu konuyu Kudüs’ün haçlı seferlerindeki işgali gibi bir başka olayla da örneklersek; Kudüs’ün işgalinde  ordaki bütün müslümanlar katledilerek haçlı askerleri dizlerine kadar müslüman kanı akıtılmışlardır. Bütün camiler ya kiliseye çevrilmiş ya da yıkılmıştır. Osmanlılar, Kudüs’ü fethedince oraya huzur ve barışı getirdi. 3 semavi dini benimseyenler bir arada yaşadı. Bizim tarihimizin kanlı batı tarihi arasındaki farkı ile; fetihle işgal arasındaki farkı iyi bir şekilde irdeleyerek; gelecek nesillere aktarmanın önemini vurgulamak istediğimden dolayı tarihteki olaylardan kesitler sundum. Güzel bir Çin atasözü der ki, ‘‘Ecdanını unutanlar, kaynaksız ırmağa, köksüz ağaca benzerler’’. Büyük devlet olmak istiyorsak tarihimizi iyi bilip bunu gelecek nesillere aktarmalıyız. Tarihimizden ilham alan donanımlı ve iyi ahlaklı nesillerin yetişmesiyle ülkemiz muassır medeniyetler  seviyesine gelecektir.

Bir diğer bir konuda Fatih İstanbul’u fethettiğinde hep şu sözler söylenir. Bizanslı sanatkar, ilim ve bilim adamları Avrupa’ya kaçarak orada Rönesans’ı başlattıkları anlatılır. Bunun gerçeği şudur:1453’ten sonra Avrupa’ya giden Bizanslılar Rönesans başlatmak şöyle dursun, geçimlerini Grekçe dersi vererek sağlıyorlardı. Ayrıca 1000 yıllık Bizans’ta dünya çapında kaç bilgin yetişmiştir ki, Rönesans’ı başlatsın.

Peki Fatih İstanbul’u alınca Bizans hanedanının ve Bizanslı aydınların akibeti ne oldu? Osmanlı’da ırka, kökene, kılık kıyafete bakılmazdı. Bizans hanedanı ile aydınları Osmanlı bünyesinde erimiş gitmiştir. ‘‘İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın.’’  Bu söz Osmanlı’nın o çağdaki devletlerle olan  farkını ortaya koyuyor. Hanedan mensubu Mesih paşa Osmanlı’da sadrazamlığa kadar yükselmiştir. Bizanslı aydınlardan Plethon, Amirutzes ve Kritovulos Fatih’in hizmetinde aynı şekilde çalışmaya devam etmişlerdir.Belkide hala torunlarının torunları aramızda yaşıyorlar.

 İSTANBUL SONRASI FETİHLER (1454-1459)

İstanbul’un fethinden sonra komşu devletlerle bir süre barış içinde kalmayı uygun gören Fatih, tebrik için gelen Avrupalı bütün elçileri çok iyi karşıladı. Rodos şövalyelerinden başka Avrupa’nın bütün devletleri tebrik için özel elçi göndermişlerdi. Rodos şövalyelerinin elçi göndermemesi dikkatten kaçmadı. Öteden beri vergi veren devletlerle, İstanbul’un fethinden sonra bağlılıklarını bildiren adalar ve diğer kaleler vergi vermeye devam edeceklerdi. Tebrik için elçi gönderen hükümdarlardan biri de Sırbistan kralı idi. Sırbistan, II. Murad zamanında Osmanlı Devleti’ne bağlanmış, daha sonra bağımsızlık verilerek Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında bir tampon devlet haline getirilmişti. Fakat bazı kaleler yine Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştı. Sırp kralının elçisi Fatih’e tebriklerini sunduktan  sonra şöyle dedi: “Sultanım, babanız Gazi Murad Han zamanında size geçmişken, vefatından sonra tekrar Sırbistan’a kalan iki kalenin anahtarlarını da kralım adına size takdim ediyorum. ’’Bu bir oyalama takdiğiydi. Çünkü Sırbistan ve Macarlar birlikte hareket ediyorlardı. Anahtarı bırakılan kaleler zaten Türklerin hakimiyetindeydi. Bu durum karşısında Fatih, Sırp kralı Brankoviç’e elçi göndererek bazı Sırp kale ve bölgelerinde hak iddia etti. Uzun zaman geçtiği halde elçinin dönmediğini gören Fatih, Sırbistan üzerine yürüdü. Semendire ve Sivricehisar’ı kuşatma altına aldı. Sivricehisar kısa zamanda fethedilerek Sırp hazinesi ele geçirildi. Semendire’nin de dış istihkâmları zaptedildi. Kış mevsimi olması sebebiyle kuşatma kaldırıldı.(1454) Fatih Sirbistan’da az bir kuvvet bırakınca, Hunyadi Yanoş ile Sırp kralı fırsattan istifade saldırıya geçtiler.Türk kuvvetinin komutanı Mehmed Bey’i esir ettiler. Bunun üzerine Fatih, geri dönünce; Sırplar yılda 30.000 duka altın vermeyi kabul ederek barış antlaşması imzalamaya razı oldular. Fatih, 1455 yılında ordusunun başına geçerek Sırbistan’a doğru ilerledi. Üsküp’ün berisindeki Kratova (Karadonlu) dağını aştı. Önüne çıkan bütün kaleleri fethetti. Nikbori, Trepsta ve Novoberda kalelerinde pek çok ganimet elde edildi. Bu sefer dönüşünde Murat Hüdavendigar’ın (Meşhed-i Hüdavendigar) Türbesini ziyaret ederek yemekler hazırlatıp, ruhlarına dualar okutturmuştur. Bu seferden sonra Boğdan’ın Osmanlı’ya tabi olmasıyla, karadeniz Macar ve Sırp İttifakına karşı kapanmış oldu. Fatih biliyordu ki,Tuna’ya hakim olan bütün Sirbistan’a hakim olurdu.

Sırp ve Macarları bir süre kendi haline bırakan Fatih, hatırlanacağı üzere Molla Gürani’den ders alırken sınıf arkadaşı olan Arnavut Bey’i İskender İsyan çıkararak Berat şehri üzerine yürüdü. Bunun üzerine Fatih, İsa Bey’i İskender Bey üzerine göndererek isyan bastırıldı. Bu isyanın arkasından Türk ticaret gemilerine ve kıyı sahillerine saldırıp bağımsız devletmiş gibi hareket eden Rodos şövalyelerine karşı harekete geçen Fatih, altı ege adasına çıkartma yaparak şövalyeleri vergiye bağladı.

Fatih Sultan Mehmed, Sırbistan’a bir sefer daha yapmaya karar verdi. Bu defa hedef Belgrad olacaktı. Fatih 150 bin kişilik bir ordu ile harekete geçti. Ayrıca Tuna’dan ilerleyecek 200 gemi vardı. Bu gemilerde yedisi havan topu olmak üzere 300 top bulunuyordu. Bu büyük ordunun yalnız Belgrad’ı değil, bütün Sırbistan’ı, hatta Mâcaristan’ı fethedebileceğini anlayan Avrupa devletleri hemen harekete geçtiler. Macarlar’ın ünlü kumandanları ve milli kahramanları Hunyadi Yanoş da büyük bir ordu ile Belgrad’a hareket etti. Ayrıca, Tuna’da, Türk gemilerine karşı 200 gemiden oluşan bir donanmayı da harekete geçirdiler. Belgrad 39 gün boyunca kuşatıldı. Belgrad’ta çok şiddetli çarpışmalar oldu. Fatih alnından ve dizinden yaralanınca kuşatma kaldırıldı. Bu savaşta aldığı ağır yaraların etkisiyle  Hunyadi Yanoş’ta bir süre sonra öldü.(1456).

Sırp kralı Brankoviç bir süre sonra ölünce yerine oğlu Lazar geçti ama o da ancak iki ay yaşadı. Bundan sonra Sırbistan’da taht kavgası başladı. Tahtta hak iddia edenler, Lazar’ın dul karısı Eleni, damadı olan Bosno kralı ve kızı Prenses Mara idi. Prenses Mara, II. Murad’la evlenmiş olduğundan, Fatih’in üvey annesiydi. Lazar’ın dul karısı Eleni güçlü rakiplerle mücadele edemeyeceğini sezip Sirbistan’ı Papa’ya devrettiğini duyurunca; bu kez işin içine Papa’da karışmış oldu. Buna nazaran Fatih’te üvey annesinden dolayı tahtta hak iddia ediyordu. Ortodoks olan Sırplar Türklerin adayı olan Mahmud Paşa’nın ortodoks kardeşi Abogoviç’in tahta geçmesini daha uygun buldular. Fakat Lazar’ın dul karısı Eleni Abogoviç’ e tuzak kurup; yakalatıp Macaristan’a teslim etti. Bunun üzerine Sırbistan karışınca; Fatih, Mahmud paşa’yı kuvvetli bir ordu ile Sırbistan’a gönderdi. Böylelikle(Belgrad hariç) bütün Sırbistan Osmanlı eyaleti oldu. Bunun sonucunda Macaristan’la Sınır komşusu olundu.(1459)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum