içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Hayat Yaşamı mı, Savaş Alanı mı, Kim Cevaplar?

Her zaman düşünüyorum, yaşadıklarımız, bundan sonra yaşayacaklarımız karşımıza neleri, kimleri çıkaracak. Bazen yaptıklarım ve yapacaklarımla baş başa kaldığımda kalbi duygularla düşündüğümde hayatı normal istediğimiz gibi yaşayabiliyor muyuz?     

Yaşama dair bir disiplinimiz, bir yaşam tarzımız yoktur. Emek vermeden, düşünmeden, araştırmadan yaşıyoruz. Hayat felsefemiz imaj her şeydir. Ama bir gün bakıyoruz ki hesapsız ve kitapsız şekilde peşine düştüğümüz o imaj, yaşamlarımızı savaş alanına çevirivermiş. Ne tarafa adım atsak yaşam bizi sobeliyor gibi! 

Yaşamla öylesine kavgaya tutuşmuşuz ki sevgi dahi bu kavganın önüne geçemiyor. İçimizdeki boşluğu doldurmuyor. Yalnızlığımız bizi günden güne eritirken, fikirlerimizin uyuşmadığı dostlarımız, yaşamlarımızda ayrık otu olmaktan öteye gidemiyor. Hayallerimiz yaralı, yarınlarımız karanlık, sabrımız tükenmiş, çare bulunmaz gibi  

Yaşamlarımız da havaya uçacağımız güzel günleri adeta özlemle bekler hale gelmeye başladık. 

Yaşama karşı, belki de kendimize karşı yitirdiğimiz inancın bedelini ödüyoruz. Hem de çok ağır. Aslında ihtiyacımız olan anlattığımızı anlayacak, daha doğrusu bizi anlayacak yıllarca dostluk yaptığımız insanların olması bizi anlamıyorsa, elden gelen bir şeyin olmadığını görmenin burukluğunu yaşıyoruz. Ama biz, ihtiyacımız olanın para olduğunu zannettik. Ve uğruna kendimizi dahi feda ettiğimiz paramızla kendi yanlış düşüncelerimizi mi inşa ettik.        

Yaşamlarımızdaki acılarımızla baş edemeyeceğimizi anlayınca çareyi ruhsuz yaşamlarda aradık. Tabii ruhsuz bir şekilde yaşarken gözlerimizdeki ışığı kaybettik. Karanlıklar içerisinde kalan yaşamlarımızda kendi kendimizden dahi korkmaya başladık. Yaşamlarımızda doğru olan tek şeyi yani sevgiyi kaybettiğimiz gün, kendimizi zincirlere vurmuştuk. Gençlerimizi kaybetmek yerine yaptığımız çalışmalarla kazanmaya çalıştık. 

Parayla yaşamlarımızı mükemmelleştirelim derken, yüreğimizdeki sevgiden olduk. O günlerde Atalarımız tarafından sanki bugünler için söylenmiş Atasözü gibi; “Midyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olduk. İşte en acıklı dramı günümüzde bu şekilde yaşayarak görüyoruz. Ama nereye kadar gidecek bu durum. 

Olsun bee diyebiliyor muyuz? 

Artık bir şeyin farkındayız ki o da tek suçlunun kendimiz olduğudur. Ama kendimizi affettirecek adımı bir türlü atamıyoruz. Çünkü etrafımıza baktığımızda kimseden bir çaba görmüyoruz. Her yer sanki savaş alanı gibi!    

Omuzlarımızda bize ait olmayan birçok duyguyu yük olarak taşıyoruz. Yani imaj peşinde koştuğumuz yaşamda, kendimize bir yer bulmak için çabaladığımız ortamda sadece bir hamal gibi yükün altına girmişiz. Yaşadıkça bilinçleneceğimize, yaşlandıkça yaşamın baskılarına, boşluklarına maruz kaldık. Dünyaya adalet dağıtalım derken, bir bakmışız ki yaşamın adaletsizliği altında ezilmişliğe çanak tutmuşuz. Son tahlilde üzerimize düşen ise ‘dünya adil olsaydı, yuvarlak olmazdı.’ diyerek kendimizi teselli etmek çabasına girmişiz. 

Yaşadığımız hayattan artık bunalmaya başladık. Ama yaşam tarlamızın her tarafına kendi ellerimizle yaşanmaz hale getirmeye çalışmışız adeta. Bir kıpırdasak yitirdiğimiz kendimiz olacağız. Bu yüzden yaşamlarımızı iyileştirmek için ilk önce hayatımızda yeni yaşam yerleri, yeni yaşam biçimini öğrenmeliyiz. Gençlerimize, evlatlarımıza, torunlarımıza çok iş düşüyor. Yeni ufuklar içerisinde kendilerine yer bulmak için yeni projeleri hayata geçirmek ve yeni dünya düzenine ayak uydurmak zorunda olduklarını hiçbir zaman unutmamalıdırlar… 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum