içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Fransa, Cezayir yenilgisinin intikamını Türkler’den almak istiyor!

En az Libya kadar, Cezayir topraklarına da Türkler, kanlarının rengini verdiler. İşte o nedenle Cezayir Bayrağında tıpkı Türk Bayrağında olduğu gibi hilal ve yıldız bulunur. Bu tesadüf değildir. Cihanşümul Kadim Türk Devletinin izini gösterir. Cezayir bayrağı, zemini ortadan ikiye bölen iki dikey şerit ve bayrağın tam ortasında kalacak şekilde yerleştirilmiş bir hilal ve yıldızdan oluşur.

 

Türk korsanları Osmanlıya Cezayiri, Tunusu Fası hediye ettiler…

Cem Sultan’ın desteklediği, Oruç Reis ve kardeşleri Akdeniz'de İspanyol, Portekiz, Venedik ve Cenova, Rodos Şövalyelerine karşı destansı mücadele verdiler. Cezayir topraklarını üs edindiler. -Oruç Reis- Türk korsanların Paşa Babası Hızır Reis’in Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmesinden sonra güçlenen Osmanlı Donanması; Akdeniz kıyılarını vurmaya, Akdeniz’deki ticareti ellerinde tutan İspanya, Portekiz, Venedik, Ceneviz, Malta gibi denizci devletlerin çıkarlarını engellemeye başladı. Osmanlı Donanması, Barbaros’un Kaptan-ı Derya olmasına (1553) kadar Akdeniz’de ciddi bir varlık gösterememişti. Akdeniz’de daha çok Cezayir’de konuşlanan bağımsız Türk korsanları boy gösteriyordu. Baba Oruç, Hızır, İlyas ve İshak kardeşlerin sayesinde Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılda Cezayir’e yerleşti. Cezayir Beylerbeyi'nin bir diğer unvanı da “Cezayir Dayısı” idi. 

 

Denizcilikle uğraşan Kuzey Afrika eyaletleri halkından Akdeniz’de korsanlık yaparak meşhur olmuş denizcilere de “dayı” unvanı verilirdi. Bunlar, Akdeniz siyaseti ve ticaretinde önemli rol oynadılar. 

 

Don Kişot'un yazarı dünyaca ünlü romancı Miguel de

Cervantes, Saavedra Cezayir’de Türk Korsanlarının esiri oldu

1575'te ordudan ayrılıp kardeşleriyle bindiği El Sol adlı gemi, Türkler’in saldırısına uğrayınca esir düşen Cervantes, Cezâyir'de 5 yıl esâret hayâtı yaşadı ve kaçmaya kalkınca prangaya vuruldu, tek kollu kürek mahkûmu bir forsa oldu. -Miguel de Cervantes Saavedra- İspanyol Balyozunun araya girmesiyle İstanbul'a gönderildi. Sultan 3. Murat'tan izin alan Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa, Tophâne'deki câmiini yaptırıyordu. Tek kollu yazar Cervantes de Tophâne'deki Kılıç Ali Paşa Câmi inşâatında duvar işçisi olarak çalıştırıldı.  Câmi, 1580'de tamamlandı ve Cervantes, beş senelik esâret hayâtından sonra nihâyet memleketine dönebildi. Hayatının sonlarına doğru yazdığı ve kendi hayâtıyla alay ettiği meşhur eseri Don Kişot'u yine hapishânede yazmıştı. Cervantes, 1616’da Madrid'de öldü.

 

Cezayir, 1529'dan 1830'daki Fransız işgaline kadar Osmanlıların yönetiminde kaldı... 

1800'lerin ortasında Osmanlı egemenliğindeki Cezayir’in “dayı” olarak bilinen son paşası Hüseyin Paşa, Fransız gemilerine el koyunca Fransız konsolosu Pierre Deval durumu, görüşmek için paşanın yanına gelir ancak bu diplomatik görüşme bir anda tartışmaya dönüşür. Hüseyin Paşa, bu tartışma esnasında elindeki yelpaze ile konsolosa serçe vurur.  Avrupalı güçler, Aix-la-Chapelle (1818), Troppau (1821) ve Verona (1822) kongreleri dahil olmak üzere Avrupa’daki büyük güçler sistemini tehdit eden her türlü ihtilafa karşı bir araya geldiler. Avrupalılar’a karşı sert bir siyaset güden Hüseyin Paşa, koloni paylaşmaları yapılan Aix-la-Chapelle Kongresi’nde uluslararası köle ticaretinin ve Berberi korsanlarının bastırılması için benimsenecek yöntemler ile deniz korsanlığın ilgasına dair verilen kararın kendilerini bağlamayacağını açıklamıştı. Son Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa… Buna karşı Fransız ve İngilizler 1819’da ortaklaşa bir deniz seferi düzenlediler ve Cezayir limanların topa tuttular. Ancak ne yaptılarsa herhangi bir sonuç alamadılar. -Son Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa- Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa, bu olay üzerine İngiliz konsolosunu sınır dışı edince, İngilizler’in desteğini alan Fransızlar konsoloslarına yapılanları gerekçe göstererek Cezayir işgalini başlattı.

 

Cezayir Direnişi ve Emir Abdulkadir…

1830 yılında Fransızlar, Cezayir topraklarının çok büyük bir bölümünü işgal edince bölgedeki kabileler kendilerine bir emir aramaya başlar. Abdulkadir Cezayiri’nin babası Şeyh Muhyiddin’i sultan ilan etmek isterler ancak Şeyh Muhyiddin çok yaşlı olduğu için oğlunun başa geçmesini diler.  Böylelikle Emir Abdulkadir, Fas sultanının halifesi olarak Fransızlara karşı mücadeleye başlar. İngiltere’den getirdiği silahlarla bir ordu kurar fakat Fransızlara karşı çok fazla direnemeyerek zorunlu olarak ülkenin iç bölgelerine doğru çekilir. -Cezayir direnişinin efsane lideri Emir Abdulkadir- 1837 yılında ülkenin büyük bir kısmını geri aldıktan sonra ancak 10 yıl dayanabilen emir, 1847 yılında düşman ordusuna teslim olur ancak kısa bir süre sonra III. Napolyon tarafından serbest bırakılır. Bu süreçte Cezayir’in iç işlerine karışmaması şartı da sağlanır. Cezayir’den çıkarıldıktan sonra yolu Osmanlı topraklarına düşer ve Bursa’ya yerleşir. 1855 yılında Bursa’daki büyük depremden sonra Şam’a geçer ve buradaki Dürzi isyanları sırasında birçok Hristiyanı katliamdan kurtarır. 1883 yılında Şam’da hayatını kaybeder ve İbni Arabi türbesine defnedilir. Efsaneleri dilden dile dolaşan emirin naaşı Cezayir tam bağımsızlığını ilan ettikten sonra 1966 yılına kendi ülkesi olan Cezayir’e gönderilir. Abdülkadir el-Cezairî, tam adı Abdülkadir bin Muhyiddin bin Mustafa el-Hasanî el-Cezairî, 19. yüzyılda Cezayir halkının Fransız boyundurluğuna karşı mücadelesine önderlik etti.  Osmanlı Devleti, Fransa’nın Cezayir’i işgaline karşı koyamadı… Fransızlar, 14 Haziran 1830 tarihinde Ce­zayir'e General Bourmont kumandasın­da büyük bir donanma ve 37.000 kişi­lik bir kuvvet gönderdi. 5 Temmuz 1830 günü Cezayir şehri­ni işgal ettiler. Fransızlar'ın ilk işi, Türkleri ülkeden çıkarmak oldu. Amaçları, Cezayir’i kolayca kontrol edebilmekti. Cezayir'in bütü­nünü ele geçirmeleri, Konstantin Beyi Hacı Ahmet’in teslim olması ve Emîr Abdülkâdir kumandasındaki direnişçilerin 1847’de yenilmesi­nden sonra 10 sene kadar sürdü.  Olumsuz şartlara Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın isyan edip Osmanlı ordusunu üst üste mağlup etmesi de eklenince Babıâli Cezayir’deki Fransız işgaline asker göndermek suretiyle müdahale edemedi. Ancak basın yoluyla Cezayir’deki direniş hareketine destek verdi.

 

Teşkilatı Mahsusa’nın Cezayir faaliyetleri…

Emir Abdulkadir el-Cezayir’in oğlu, Meclis-i Mebusan İkinci Başkanı  Şam Mebusu Emir Ali Paşa, mebus olmadan önce Kuşcubaşı Eşref ile birlikte Trablugarb’a geçmiş İtalyan işgal güçlerine karşı savaşmıştı. Emir Abdulkadir ile birlikte Şam'a hayli sayıda Cezayirli yerleşmişti. Şam merkez ve köylerinde yüzlerce Cezayirli Berberi iskan edilmişti. Hatta silahlı müfrezeleri vardı. Emir Abdulkadir'in büyük oğlu Ali, babasının ölümünden sonra Osmanlı tabiiyetine girdi ve Ekim 1887'de 3.500 kuruş maaş bağlanmasının yanısıra ileride gerçekleştireceği hizmetlerine binaen de İzmir payesinin mirmiranlığa tebdil ve terfi edileceğine karar verildi. 1888 başında Emirin diğer oğlu Muhyiddin, Şura-yı Devlet azalığına tayin olundu. Daha önce Rumeli Beylerbeyliği payesi ile taltif edilen bir başka oğlu Muhammed'e ise Eylül 1888'de Suriye Valisi Mehmet Nazif Paşa'nın (1888-1889) teklifi üzerine ikinci rütbeden "mecidi" nişanı verildi.  Bundan bir ay sonra da Emir'in eşi Şefıka Hanım'a maddi gelir sağlamak amacıyla Suriye'de bir miktar arazi tahsis edildi. Yine aynı tarihlerde Emir'in kardeş çocuklarından üçü Osmanlı hükümetine müracaat ederek Emir Muhammed'in nasihat ve teşvikleri doğrultusunda Osmanlı tabiiyetine geçmek istediklerini ve o zamana kadar Fransa hükümetinden almakta oldukları maaşlarını reddedecekleri için kendilerine geçimlerini sağlayacak miktar maaş bağlanmasını talep ettiler.  Suriye valisinin de desteklediği bu talepler, uygun görülerek Muhammed Ebu Talip ve Muhyiddin b. Mustafa'ya 500'er kuruş ve Abdulkadir Efendi'ye de 500 kuruş aylık tahsis edildi. 1892'de Emir'in küçük oğlu Abdülmelik de Fransa ile resmi bağını kopardı ve Osmanlı tabiiyetine girdi. Kendisine terkettiği yirmi lira maaşa karşılık otuz lira maaş bağlandı. Ertesi yıl da kendi isteği doğrultusunda süvari yüzbaşılığı rütbesiyle askeriyede görev verildi. Emir'in oğullarından sadece Haşim, Osmanlı tabiiyetine girmedi. Emir Ali Paşa, mebus olmadan önce, Kuşcubaşı Eşref ile birlikte Trablugarb’a geçmiş İtalyan işgal güçlerine karşı savaşmıştı. Kendisine  Şam’dan gelen Silahlı Berberi müfrezeler eşlik etmişti. 

 

Cumhuriyet hükümetlerinin Cezayir ile ilişkileri… 

Türkiye, imparatorluk bakiyesi bir ülke olduğundan farklı etnisitelere mensup vatandaşlarının olması şaşırtıcı değil. Özellikle Suriye ve Irak sınırına yakın bölgelerde hatırı sayılır bir Arap nüfusu mevcut. Özellikle Çukurova bölgesinde mukim bazı Arap toplulukların Libya ve Cezayir kökenli olması söz konusu. Bunlara Toros Arapları da deniliyor. Türkler’den ayrı olarak Toros Arapı denen Arap ahali Toroslar’ın eteklerinde yaşarlar. Kozandağı’nda ne zaman geldikleri bilinmeyen 45-50 ev Tunus Arapları vardır. Günümüzde, Tarsus, Karaisalı, Kozan, Adana ve Kadirli’de kendilerini “Cezayir Arabı, Tunus Arabı, Fellah, Arap” olarak gören aileler, aşiretler, köyler mevcut.  1915’te Suriye’den Halep ve Adana’ya kaydırılan Türk göçmenlerinin yerlerine Trablusgarp göçmenleri yerleştirildi. Ocak 1916’da Suriye’de henüz iskân işlemi görmeyen Trablusgarp, Bingazi ve Cezayir mültecileri Sivas’a sevk edildi. 1916’da Suriye vilayetinden iskân edilmek üzere Halep’e gönderilmiş olan Trablusgarp ve Tunus muhacirlerinin Adana, Konya, Diyarbakır, Ankara ve Kayseri gibi vilayetlere dağıtılmaları uygun bulunmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın yakın koruma ve muhafızlarını seçerken şeyh ya da alim çocukları olmasına dikkat etmesi. Bunlardan biri de 8 yıl Atatürk’ün koruma polisliğini yapan Ahmet Rasih Tayşi. 1920'de Fransızlar, Adana-Antep-Urfa yöresini işgal ettiklerinde, Fransız birliklerindeki Moritanyalı, Libyalı, Tunuslu ve Cezayirli askerler topluca Türk tarafına geçtiler. Milli Mücadele'nin kazanılmasından sonra da bu askerler Türk vatandaşlığına alındılar, kendilerine bir miktar toprak verilerek Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde iskân edildiler. Bu askerlerin  çocukları sonraki yıllarda Milli Amele Hizmet “MAH” Teşkilatı tarafından Kuzey Afrika sahillerine gönderildiler.  

 

Türkiye, Libya üzerinden Cezayir Bağımsızlık Savaşını örgütledi…

Daha önce yazmıştım... Türk Hükümetinin, Libya Ordusunu teşkilatlandırmak ve eğitmek için Piyade Yarbay Umran Yetişal’ı Bingazi’ye gönderdiğini, Kral İdris'in de Başbakan Sadullah Koloğlu’nun önerisi ile Umran Yetişal’ı ordu kumandanlığına  atadığı bilgisini paylaştığımı hatırlarsınız. Umran Yetişal’ın “Bombalar” isimli kitabı vardır.  Binbaşı rütbesi ile Yedek Subay Okulu Beden Terbiyesi ve Bombacılık Öğretmeni olarak görev yaparken hazırladığı bu kitap, İstanbul’da 1944’te, Resimli Ay Matbaası’nda basılmış ve Yedeksubay Okulu Yayınları arasında çıkmıştır.  Sıkı bir Beşiktaş kulübü üyesi ve taraftarı olan Umran Yetişal, Libya ordusuna ve Afrika’daki diğer mazlum  halkların kurtuluş mücadelesi  savaşçılarına gayri nizami harp eğitimi vermişti.  1954 Aralık'ında Türkiye'den gönderilen toplar, törenle Libyalı yetkililere teslim edilmişti.  Hemen ardından 25 Haziran 1956 tarihli ve 6757 Sayılı Kanun kapsamında Kırıkkale yapısı 81. mm.lik 2000 adet havan mermisi, Libya’ya hibe edildi.  Aslında bu silah ve mühimmatın iki misli fazlası  Libya'ya verilmiş gibi gösterilip, Cezayirli direnişçilere ulaştırılmıştı. 

 

Cezayir Savaşında Türk desteği…

Türkiye; Cezayir halkının sömürgeci Fransa’ya karşı verdiği özgürlük mücadelesinde de sessiz kalmadı.  Türkiye, o dönem Libya’ya gizli olarak silah ve mühimmat yolladı. Bu malzemeler karayoluyla Libya’nın iç kesimlerinden Cezayir’in ücra taraflarına ulaştırıldı. Buradaki gönüllülerin eğitilmesi için de buradan uzmanlık alanı patlayıcı maddeler ve bombalar olan Tuğgeneral Ümran Yetişal buraya yollandı.  Bir süre buradaki milis güçleri eğitti. En yakınında emri altında çalışanlar, Türkiye’den Libya'ya intikal ettirilen Libya, Tunus ve Cezayirli ailelerin çocuklarıdır. -FLN Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi Amblemi- Ulusal Kurtuluş Cephesi - جبهة التحرير الوطني - Jabhatu l-Taḥrīru l-Waṭanī - Front de Libération Nationale, FLN  örgütünün çekirdek kadrosunu Umran Yetişal komutanın gayri nizami harp eğitimi verdiği Cezayirli gençler oluşturdu. Türkiye’nin desteği net sonuç verdi, 1962’de Fransa, Cezayir’den tamamen çekildi. Öldürülen Cezayirli askerlerin cebinden Atatürk resmi çıkıyordu…

 

Cezayirlilerin, Fransa’ya karşı yaptıkları Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye, uluslararası platformlarda kendisi gibi NATO üyesi Fransa'yı destekler gözükürken diğer taraftan Cezayirli direnişçilere her türlü ekipman desteğinden kaçınmıyotdu. 1958 yılında Cezayir hakkında Birleşmiş Milletler'deki bağımsızlık oylamasında çekimser kalan Türkiye buna rağmen, el altından bu ülkeye silah yardımını ‘hurda malzeme’ adı altında yapıyordu.  Bu kapsamda İskenderun limanından yüklenen bir gemi dolusu silah, Libya'ya gönderiliyormuş gibi kamufle edilerek, aslında Libya üzerinden Fransa'ya karşı direniş başlatan Cezayir halkına ulaştırılmıştı.  1957’de gönderilen yardımda şu silahlar yer aldı: 1000 piyade tüfeği, İngiliz ‘Hoteşris’ tipi 100 makineli tüfek, 81 mm. çapında Türk Bayrağı taşıyan 18 havan topu ve 25 adet büyük top. Fransız mezalimini durdurmak için direnen halka en büyük destek Türkiye'den gelmişti. Silahlar önce Trablus sonra da Tunus yolu üzerinden mücahitlere ulaştırılmıştı. 16 Eylül 1960 günü başta Türkeş olmak üzere bazı Milli Birlik Komitesi üyesi, bağımsızlık mücadelesi veren Cezayir Kurtuluş Hareketi’nin desteklendiğini açıkladı.  Bizzat, Alparslan Türkeş’in emriyle Türkiye’den Cezayir’e gizlice silah, cephane ve para yardımı yapıldı. Yardımlar, bir denizaltıyla Cezayir'e gönderildi. Bu süreçte Cezayir halkına Libya üzerinden 20 bin tüfek, 200 top ulaştırılmıştı. 

 

Fransa’ya karşı savaşan Cezayirli mücahitlerin iç cebinde Atatürk’ün fotoğraflarını taşıdığını gören Fransızlar, Türk yetkililere bu nedir diye soruyor ama cevabını Cezayir’de alıyorlardı.  Unutmayın Baba Oruç Reis’in dediği gibi "yaşama hakkın, mücadele gücün kadardır" .
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum