içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

‘En Uzak Batı’ (*)

Endülüs; Avrupa’nın batı ucunda M.S. 711-1492 yılları arasında zamanına büyük parıltılar sunup sahneden çekilen yıldız. Tarih okuyucularının platonik aşkı. Merakı tükenmeyen yaşanmışlık. Avrupa devrimi, Yeniden Doğuş/Rönesans  ağacının  tutunduğu toprağın en ‘sağlıklı’ kökü. Karanlık Orta çağ Avrupa’sının aklı kilitli zalim din bezirganlarına karşı duruş cesaretinin ve laikliğin esin kaynağı.(1)  

Kuzey Batı Afrika’nın ilginç ülkesi Fas’a bir vesile ile bir haftalık tura gittim. Giderken daha önce okuduğum Kültür tarihçisi Tom Block’un ‘Şalom, Selam’ isimli kitabı yeniden okumak için yanıma almıştım.Kitap Museviler ve Müslümanlar arasındaki Sufizm, gizemcilik özdeşliğinde tarihsel kardeşliğini konu alıyor. Ayrıca Yahudiliğin 8. ve 11. Yüz yıl Altın Çağı’na el veren İslam korumacılığını, onların felsefi derinleşmesini, hatta Arap gramerlerinden yararlanarak batı Akad dilinibugünkü İbraniceye  dönüştüren kültür ortamının  Kuzey Afrika ve  Endülüs İspanyasında oluşmasını anlatıyor. Yani kitap,  Endülüs merkezinde  Fas’ın tarihsel gizemcilik  köklerine  dair bilgi hazinesi. İyi ki  yanıma almışım.

Kitabı uygun vakitlerde tekrar okumam; kısa ziyaretimde derin gizemciliğin oradaki köklerini taşıyan,  işi  bilen bedevi ustaya rast gelme umudu uyandırsa da Amerika’da asimile edilmiş Kızılderililerden arta kalan ‘turistlik stüdyoların’ ötesinde bir tanıklığı aşamadı.

Genel görünüm Türkiye’nin  neredeyse elli yıl gerisinde izlenim veriyor. Enflasyon resmi rakamlara göre %6,3 oranında. Rehberimiz Türkiye’den buraya yirmi yıl önce gelmiş.Dediğine göre elektrik, yakıt, ekmek fiyatları yirmi yıldır değişmemiş. İlgimi çeken zamanlardan arta kalan 600 bin Yahudi Arabın Fas’ın derin ekonomisinde belirgin bir payı olmasıdır. Kanımca bu ülke, gelecek buhranlı zamanlar için potansiyel bakirlik arz ediyor. Okyanus kıyı yerleşim yerleri çevresinde yeni  inşaatlar aheste devam ediyor. Sanki ‘yeterli’ büyük sermaye gelmeden ülkenin umut verici silkinişe geçeceği yok.

Önce Fas’ın en batısındaki  tlas Okyanusunun liman şehri Kasablanka’ya indik. Uçak iniş için alçaldığında, çoraklığı ürkütücü uçsuz sahranın altımızda belirmesi bana kuzey ülkelerindeki yağmur ve yeşilin kutsanmış  değerini  minnetle hatırlattı. Casablanca  İspanyolca ‘Beyaz ev’ anlamına geliyor. Fas’ın en batısında; kuruluşu 7. yüzyıla dayanıyor.19.yüzyıl Fransız Güzel Sanatlar Akademi mimarisinin kalıcı izlerini  yeni yapılaşma ‘güncelleyerek’ takip ediyor.   

Fas’ın 1942 yılında çevrilmiş ünü tükenmeyen, şehrin adını taşıyan  Hollywood yapımı Casablanca isimli  filmi hatırladım. Anlatımı 2.Dünya Savaşı sırasında Hitler’den kaçan Avrupalıların  yığıldığı, bir kısmının  Amerika’ya  kaçmak için yollar aradığı; karaborsanın, ajanların  fink attığı, eski lüks yaşamlarını kaybetmiş kaçakların arafta olduğu; yüzeyinde, semptomik hale gelmiş aşk ayrılığını konu alan film, Casablanca adlı gece kulübü merkezinde işlenmiş. Filmin mekanı, Kültür Bakanlığınca  korumaya alınmış; fakat  ara ki bulasın.Eski surların ardında sanki saklanmış;  hem de tüm öyküye şahit  ünlü piyanosuyla. Bu anı, hırsı baskın bencil Avrupa’nın kendine neler ettiğinin ‘sivil versiyonu’ olarak devam edecek.

Yöreyi Arap petrol zenginleri keşfetmiş.Yeni dönemin gösterişli mimari konutlarıyla kale içine yerleşmişler. Okyanus kıyısı yüksek rant zamanlarını kendinden emin şekilde bekliyor; bakir ve bomboş. Eski Türk filmlerindeki İzmir, İstanbul’un  bakımsız boş kıyılarını andıran,  okyanus kıyısı  bol vaktin  keyfini çıkarıyor.   

Güneş,  onca gücüne rağmen, Atlas Okyanusu’nu maviye dönüştürememiş; Yağmur, ıslak yeşil, Akdeniz’in mavisi insanlık için  hep değerli olacak.  Burada tüm ufuk,  griye boyanmış. Eğri büğrü yazlık lokantalarda oturup ufuğu seyredecek izleyiciler, gri ufukta yalnızlığın en derin deneyimini yaşayabiliyor.

Şehir merkezindeki oteller ‘doldur- boşalt’ çalışıyor.  Akşamları bol  güneş ışığının perdelediği başka bir yüz sokaklarda ortaya çıkıyor: Afrika’nın fakir göçer  nüfus ağırlığı ışıldaklı karanlığa  rağmen, daha belirgin ortaya  çıkıyor. Meydanın bakımsız diplerinin asitli kokusu daha fazla duyuluyor.Kepenkleri kapanmış bütün dükkanların önleri, küçük gazlı tüp ışıldakların eşliğinde yere serili örtülere sıralanmış sahte markalı eşyalarla dolu. Yaklaştığınızda yaşlılığını gölge ve makyajla gizlemiş ‘cazibenin’ iticiliğini tüm markalarda fark ediyorsunuz.

Rehberimiz Mehmet Umutkan’dan ‘kap-kaç’ın olduğunu, fakat darplı kavganın olmadığını; polisin bir kısmının silah taşıdığı şeklinde görece güven veren telkinleri alınca, aydınlığı yoğun meydan kafelerin birinde oturup bir şeyler içerek çevreyi izlemeyi sürdürmek istiyorsunuz.

Karadeniz çay yaprağından daha iri yapraklı, aroması tropikal Seylan çayı geleceğini umarak çay istiyorsunuz; “ne de olsa Arap ülkesi”, diye düşünerek.Sipariş alacak olan, “mint tea?”  diye siparişinizi tekrar ediyor; ısrar etmeden “tamam” deyip, yerli  nane çayını bekliyorum. Kaynar suda demlenmiş taze nane yapraklarının  kırmızı savan toprağındaki tadı biraz farkı olacak tabii. Yine de “illa siyah çay”, derseniz; “buyurun poşette İngiliz liptonu” diyorlar. Bildiğimiz demlikle çay, kendini hemen özletiyor.      

Bugünkü kentin 7. yüzyıl inen köklerinde Anfa isimli küçük Berberi balıkçı limanı varmış. 14 yüzyıl sonra buraları İspanyolların, Portekizlerin Fransızların Avrupa’nın klişe Kral çekişmesinden kaçış bölgesi olmuş. İlginçtir; şimdilerde buraları aynı şekilde Batı Avrupa ülkelerindeki sömürü girdileri azalan, kaçak göçmenlerin çoğaldığı umutsuz stresten bunalmış ‘uyanık’  ticaret erbabının gevşek model ticaret bölgesi, diğerlerinin ucuz emeklilik diyarı olmuş.

Benzer şekilde  eskiden bu yana Dünyanın bir çok yerinde ana karaya yakın bölgeler, eko politik rezerv alanları olmayı sürdürüyor.İktidar sahipleri yada muhaliflerinin yürürlükteki yasal sınırlamalar, baskıların görece gevşek ‘teneffüs’ alanlarına ihtiyaç duyduğu bölgeler daima olacaktır. Eski Sovyet Rusya’da Kırım, Çin’de Taiwan, Hürmüz Boğazı’ Keşm adası, Doğu Akdeniz’in Kıbrıs, İtalya’nın Sicilya, Amerika’da Küba gibi adalar  geniş kara bölgelerine göre  bu tür ‘muafiyet’ işlevlidir. 

Portikezliler 1515 yılında  Atlas Okyanusu kıyı limanlarını ele geçirince, şehirleri yenilemişler. Anfa ismini  Casa Branca olarak değiştirmişler. Sonra Kuzenleri İspanyollar; 1907 yılında Fransızlar toprakları aralarında paylaşmışlar. Fas, İspanya’dan ve Fransa’dan bağımsızlığını 1956 yılında kazanmış. Şimdi parlamenter monarşi ile yönetiliyor.  

Fas bağımsızlığını kazanmasından buyana Berberiler dışında halk, kendi içinde Fransızca konuşuyor. Fas’ın karasal şehri Marakeş, Fransızlar için ‘arka bahçe’ olması özel bir inceleme gerektiriyor. Son yıllarında yolsuzluk skandalarının odağına giren 1995-2007 yılları arasında Fransa’nın Cumhur Başkanlığını yapmış Jacques Chirac’ın emekliliğini geçirdiği Marakeş’te vefaat ettiğini rehberimizden işittim. İspanyol, Fransız üniversite gençleri, hafta sonları buralara gelip ucuz tatil yapmaları çok sıradan olmuş. Onlar için  ucuz, bakir, ‘özgür’ seçenekler sunuyor.

Daha sonra kara yolu ile güneye, ikisi Okyanus kıyısında olan önce en derli toplu yerleşim yeri Başkent Rabat’a; ardından, bilenlerin ‘eski Bodrum’ dedikleri Ezzaouira/Essuare’ye (Suvayr)  gittik. Eski adı Magador olan Essuare’nin kökleri tarih öncesi zamanlara kadar iniyor.

Körfezinin açığındaki Purpuraires adaları, şehri tutunmasız dalgalardan kısmen koruyor. Bu yüzden Berberiler adaya ‘iyi korunan’ anlamına gelen Amogdol demişler. Hele, Game of Thought dizisinin son bölümlerinin çekildiği; Atlantiğin kıyısında Portekizlerin inşa ettiği, hayran olunacak puslu kale burçlarından bakınca.Kalenin dip kayalarına vurup patlayan dalgaların metrelerce yükselmesini seyrederken, insan derin tarihin gizemine düşmeden  edemiyor.      

Portekizler şehri İspanyollardan ele geçirmeden önce, gemilerinden yaptıkları uzun mesafeli top atışlarıyla yakıp yıkmışlar. Sonra, eskisinden daha güzel yenileyip,  adına kendi dillerinde ‘yenilenmiş şehir’ demişler.

Burası Fas’ın  en güzel,  hatta yaşanacak şehri. Reggae müziğinin yaratıcısı Bob Marley bu küçük yerleşim yerinde yedi yıl yaşadığını, onu ve kültürünü çağrıştırıcı izlerini sokaklarında gezerken çıkarabilirsiniz.  Aynı şekilde Rus kökenli Fransız ressam Nicola de Stael ‘de bu güzel yerleşkede konaklayıp eserler üretmiş.  

Son olarak, ünü kendini aşmış, Kuzeyindeki Atlas Dağlarına yaslanarak karasal iklime sahip olmuş, adeta Fransa’ya kodlanmış  ‘kırmızı şehir’ anlamına gelen  Marakeş şehrine hareket ettik.

 Devamı başka sefere. 

Açıklamalar:

(*) 8 yy Ön Asya bölgesindeki milletler Kuzey Afrikanın Batı ucuna  okyanus kıyısına El Mağrib (En Uzak Batı ) demişler. Bu günkü ismi ile  Berberilerin  vatanı Fas.   

(1) Bakara/2:256  “La ikrahe fiddin/Dinde zorlama yoktur. Böylelikle doğru ve yanlış kesin olarak ayrıldı. Kim yargılanmazlıkla baskı kuranı  kabul etmeyip, Allah’a inanırsa kopmayacak olana tutunmuş olur. Allah her şeyi bilen , işitendir.”  La: yapma; İkrah: Zorlama. Nerede ?  İzinde :Fi.  Neyin içinde: Dinin.  Sonuç: Dinin içinde zorlama yoktur; dinin dışında da olamaz. Yunanca Laos ismi Laikos sıfatı. Latince Laicus. Laos : Kitle,bütün, kaya, halk. Osmanlı döneminde La dini, gibi kök tanımlamaları yapılmış.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum