içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Geleceği Üretmek

Başlık, insanlığın ortak özlemini karşılama iddiasında kullanıldı. Basit görülebilir; sorunların çözümü zaten basit olmalı; basit olmayan öneriler, ağdalı söylem ve görüşler ‘sıvamadan’ öte gerçeklik taşımaz. Neyin yeterli olmadığını, neyin fazla olduğunu ya da yanlış kullanıldığını her kişi, kendi  beslenme rejiminden anlayabilir. Bedenlerimiz  evreni anlamak için insanlığa ikram edildi.(1)Bizler ise benlik  cehennemlerine dalıyoruz. 

Yapay Zeka armadasının dikileceği burçların arandığı şu günlerde, ekonomi yönetimi, sosyal ilişkiler, güvenlik konularının  yeryüzünde bu kadar yaygın ve  dertli  olması, akıl sahiplerinin kabul edeceği bir şey değil.  Yani işin içinde insanlığı kasıtlı,  içten -dıştan çökertme iradesi çok açık görülüyor. İnsanlık teknolojinin seviyesine, sosyal ilişkilerinde ve devlet işleyişinde neden ulaşmadığı sorusu  gece, gündüz, neonlu totem gibi her yerde kendini gösteriyor.Buna rağmen onlara gözünü kapayanlar, hepimizin acısına sebep oluyor; onlar taşıdıkları vebalin şiddetini idrak edemiyorlar.

Yer yüzünde cennet düşü uzak olsa da umut ve arayışımız kesilmiyor. Geçmişin tecrübesini, günümüz sorunlarını,  risklerini; bunları çözecek yol ve yöntemleri bulmak;  ortak, ayrımsız, tavizsiz, kararlı çabayı gerektiriyor.Biliyoruz fakat yapamıyoruz. İhdas ettiğimiz kurumlar ve onların safraları Çin Setti gibi karşımızda duruyor. Ne büyük çelişki.  Kendini hapseden çözüm!?

İnsanlık, olumsuz gördüğü koşulların güdümünden kurtularak cenneti yer yüzünde yaşamayı isterken, koşulların/ doğanın bozulmasıyla  meydana gelen stresten, payını yoğun olarak almaya başladı. Çünkü insan, doğadan bağımsızlaşamaz.  Bu stres, insanlığı dönemsel anaforlara sokuyor. Somut ya da eterik  cennet hedefini  unutmasına ve iyiye dair inşa ettiği, ürettiği her şeyi yakıp, yıkmasına sebep oluyor.

İnsanın doğaya karşı giriştiği bu hata,  ‘iğneden ipliğe’ her şeye, tüm ilişkilerine;  tıpkı, enflasyon etkisi gibi sirayet ediyor. Düz gördüğü yol, eğriliyor ve kendine  kapanıyor;  acı, keder zindanına dönüşüyor. Tekrar eden acıların kapalı çemberi, ancak büyük yıkımlarla  kırılıyor. Sağ kalanlar hatalardan ders almayı yedekleyerek  yeni,  düz yollar arıyor.  Ne yazık ki  yeni nesiller,  tekrar kapanacak çemberlere yöneliyor. “Katil, katlettiğinden  ayrılamıyor.”  

Siyasal sistemler de bu belirlemeden muaf değil! 

İster krallık, ister başkanlık, isterse parlamenter sistem olsun;insan-doğa birlikteliğindeki kayırmacı-ayrımcı tutum neysevatandaş-devlet, vatandaş-yönetici, vatandaş-temsilci  arasındaki bağ o kadar hassas ve risk potansiyellidir.

Tek bir ağaç, denize ulaşan ya da ulaşmayan akarsular; irili ufaklı göller, tarıma elverişli topraklar ve yer altı kaynaklarımız; her biri, diğerini yok etmeyecek şekilde kullanılmayı bekliyor. Yanlış uygulama ve anlayışların dinmeyen ‘ihtiyaç’ ihtirası, onların yerinde, dengeli kullanılmasını engelliyor. Birinin diğerine ‘feda’ edilmesi,  insanlığa telafi edilemeyecek sonuçları doğuruyor. Çünkü doğaya verilen hasarı ancak doğa giderebilir. Şayet doğa, ‘telafiye’ yönelmiş ve kollarını sıvamışsa,  insanın ‘işi bitmiş’  demektir.  İnsanlık onca yangın,  onca taşkın,  onca kuraklığın altından kalkamıyor; demek ki risk eşiğini geçmişiz.

‘İğneden ipliğe’ demiştik. Ayrımcı, kayırıcı, düşüncesiz zihniyetin yüklendiği, el attığı her konu aynı olumsuz sonuçlara yol açıyor.  Açıkladığımız gibi doğal denge ve adalet mutlaka belirecek.  Adaletin, dengenin görülmediği zamanlarda doğa, hazırlık yapar. Tıpkı hastalanan insanın hastane, doktor araması gibi. Hırsın, sömürünün, ayrımcılığın, kayırmacılığın ‘tolereyi’ (2) aşması, ilgili-ilgisiz herkesi geri dönülmez sıkıntılara düşürür. Bunu arkeolojik buluntulardan ve doğanın tepkilerinden  öğreniyoruz.

Fetihler, el koymalar böyle başladı. Günümüz dünyasında bakir bölge çok az  kaldı. Bu yüzden ‘uzay kaşifleri’ parlatılıyor. Uzak geçmişte yer yüzündeki fetihler, insanlığın toplu hasadını engelleyemedi (4). Şimdiki uzay seğirtmeleri de  kaçınılmaz sonu engellemeyecek.  Çünkü içerde ne varsa, dışarıda o olacak. Gafil kesim, radyo teleskop sinyalleriyle dost arayadursun; canına kastedilen dünya,  uzaya  çığlığını  yaydı. İnsanlık uzaya gitmeden,  orada sicili bozudu.    

Her şeyin zamanı var; olmalı da.

Çocukluk, gençlik, olgunluk dönemlerinde insanın tercih ve tutumu   değişiyor. 

İnsanlığın yer yüzünde kalacağı süre belirsiz olduğu halde, sürekli ihdas edilen kurumlar için   ‘sonsuz’  ibaresi kullanılıyor.  Bu çelişki mi, yoksa gaflet mi? Gaflet olmalı.  Çünkü doğanın tepkisi bu yönde.

Çin seddini ele alalım. Diyelim ki  dağlarca duvar ve kule, “gelecek nesillerin güven ve refahı” vaadiyle halk razı edilip, surların inşasına feda olmuş. Bugün binlerce kölenin o taşların dibinde gömülü olduğunu biliyoruz.

Ne onlar,  ne de nesilleri için hiçbir vaat gerçekleşmedi. İnşada çile çeken, yiten nesiller, üstlerinde gezen turistlere acı eserlerini sunuyor. Aksi söylemler ne kadar gür olsa da gerçek dışıdır; onlara inanan hem  aldanır,  hem de  aldatır.

Malikin(mal sahibi)  yiten hakkını varis nasıl alacak? Kuruluştaki, temel atarken söylenen sözler, verilen vaatler, yazılan metinler nasıl gerçekleştirilip geliştirilecek. İlk ruh ve kavrayış çoğunlukla kurnaz yetmelerin organize çalımlarıyla kayboluyor.

Günümüzde dünya armadasını taşıyan Amerika Birleşik Devletleri ya da alternatif ‘taşıyıcı’ Çin Halk Cumhuriyeti;kuruluşlarında feda olmuş kurucularına verdiği vaatleri yerine getirmiyor. O vaadler yazılı olsa da  alt ve   çerçeve metinlerle kötürümleştirildi.  Halk , birinde ‘konuyu’ karnavala dönüştürülmesini kabullendi;  diğerinde,  sahte toplu ibadete ‘evirildi’. Her iki devlet  ‘üstün- esas kimlik’  tapınakları kurdu. Artık yüce amaçlar o tapınaklardan vaaz ediliyor. Halklar ‘dokunmayan yılan’ huzuruyla ömrünü tüketiyor. 

“Bu gün verilmeyenin, geleceği yoktur.” Bu önerme, sosyal vaatler için turnusol hükmünde. Bu gün verilmesi için çalışılmayanın gelecekte verilmeyeceğini bilmeliyiz. Kaldı ki madem insan dünyaya bir kez geliyor; buna rağmen feda kültürü  niye bu kadar etkili oldu;  hiç  düşündünüz mü? Dikkat edin;  ‘ahiret’ten söz etmiyorum. Gelecek nesillere verilen vaadleri irdeliyorum.

Bir kere ‘gelecek’ somut değil; zihinseldir. Ayrıca mevcudun hakkını vermeyen, gelecek için yalan söyler. Yanı sıra dini önermelerde mevcut olana odaklanılması önerilir; yani ilahi vaatlerde cennet, mevcut -yaşanılan anda işlediklerimiz ile ‘inşa’ edilir. Allaha’ inanlar öğle vakti  iletişimini, ikindi vaktinde kurulduysa, o ‘ikindi iletişimi’ olur (5). ‘Ahiret’; kendimiz, insanlık ve doğa için ne yaptığımızla ilgilidir. Geçmiş ve gelecek şeytanın sahasıdır; orada bolca aldatma, aldanma , sapma, saptırma vaatleri imal edilir.   

Malik’ ile ‘varis’ arasında nitelikli temas nasıl kurulur; işte kritik kavşak sorusu. Soruda çözüme ulaşmak bireylerde olasıyken, devlet organizasyonlarında olanaksız görünüyor. Devlet organizasyonlarındaki kötü işletim ister istemez insandan doğaya taşıyor; doğa ise ‘hazırlık’ yapıyor.

  1. Kendini bil’.( Bilgelik okullarının anahtarı) Her şeyin başlangıcından itibaren, sanki toplu gösteri sunan simetrik- asimetrik, hasta -sağlıklı bedenlerimiz her dilde her bireye ‘kendi içinden’ gerçeğin öyküsünü sunuyor.

  2. Tolere;  İt.,Telaro, telaio ip isikelesi; bağıntı.Benzer kelime Telafi; Ar. Yfw kökünden bulma, sağlama tedarik etmek; olumsuz etkinin sonuçlarını gidermek. Umudun sınırları;  yenilenebilir , geri dönüşümlü kullanım- harcama.

  3. “Her gün bir yerden göçmek ne iyi. Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti, cancağızım;  ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”   (1207-1273 Mevlana Celaletddin).

  4. Dünyanın her yerinde,  büyük yer yarılmaları, depremler ya da tufan anlatımları binlerce yıllık taş oyuntularda  ibret alacaklara ne olacağını haykırıyor.

  5. ‘Yerindelik’ ilkesi,   ‘her şeyin her şey ile birliği’ ilkesi ile çelişmiyor. Arasında boyut farkı var: Biri tüme varım basamağı,  diğeri tümden gelim önermesi.   

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum