içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Vaat & Liyakat

Vaat  &  Liyakat

İş Ahlakı

Alt başlık, yaygınlığı kadar, yanlı-lığı yani yara-lan-mışlığı beraber kılan motto olmuş iş  kavramdır.  İş ve ahlak; bunlar, birbirinin zıttı olmadığı halde; iş kavramı, ahlak dışılık yani zıttı ile yaygınlık kazanırken, pozitif anlamı devam eden kavramdır.    

Kavramların  ilerleyişinde kullanıcıların, geri esinler (1) yaşaması, onların gelişmesini engellemekle kalmıyor; konuyu topyekün yozlaştırıyor.

Kullanıcılar, üç kesimdir;

birincisi, konuya yönelik standartlar, yasalar ve onların işletim ve denetim normları. 

İkincisi, temsilcilik yetkisini alanlar; vaatkarlar, liyakatli, ehliyetli  olanlar;

üçüncüsü temsilciliği, vekaleti  normlar çerçevesinde vaatlere, sözleşmelere  göre verenler.

Taraflar arasında oluşan olumsuzlukların birçok sebebi var. Bu sebeplerin domino etkisini oluşturan  kök sebepler asıldır. Bunlar,  konuya yönelik normlarda liyakatsizlikten kaynaklanan  eksiklikler;  genel yarardan gizli –açık istisna edilen özel yararlı kurmacalar ve diğer tarafların liyakatsizlikleri veya liyakate aykırı  olumsuz tutumlarıdır.

Konusuna göre “iş ve ahlak” kavramının içerdiği bir çok  unsurun  uyumundan doğacak ilerleyişi engelleyen etmenler; toplumun, organizasyonların, bireylerin yetkinleşmesini gelişmesini virüs etkisiyle bozarak çürütmektedir. İnsanlığı ve toplumları ilerletecek medeniyet  mozaiğinin her parçasını, konusunu sağlıklı kılacak bağ ahlaktır.

Ahlak felsefi olarak, ilahi, humaniter, sentezik, hangi arayış ile  olurla olsun; insani ilişkilerin  “kazançlı” aşamalarında yaygın olmayışı, insanlığın kendine ve doğaya karşı yaşadığı, yaşayacağı olumsuzlukların temel sebebidir.  18. yy Alman filozofu Kant’tan bu yana ahlakın,  mutluluk alışverişine dahil olmayan, insani var oluşun gereği ile  dinlerin huzur, cennet ödül savı arasında  yer tutamayışının,  düşüklüğünün yaygınlığına tanık olmamız şaşırtıcı değildir. İnançlı inançsız her kesim bu konuda,  ortaya çıkmış olumsuza taş atmaya ehil değildir.  

*

Ahlakın ikinci  kozası  olarak  liyakat, (2)

Esasında vaat, liyakatin konusu olmalıdır. Öyle olduğunda beklenti netleşir. Hayal kırıklığı, hüsran yaşanmaz. Liyakat netliği, öngörüyü artırır; böylece güven, dayanışma, huzur, üretim, gelişim artar.  Liyakat, iş bilirlik, uzmanlık demektir;  genel bilgi liyakatin konusu  değil, özelin konusudur. Özele dair bilgi ise   lokal, hücresel olanı derinlemesine, tarihsel her şeyini  içselleştirmek; önceki ve sonraki uygulayıcılarını, onlardan yansıyan işleyişi, olası engelleri, aksaklıkları; konuya yönelik vizyonları,  çözüm arayışlarını takip etmek; engelleri  aşım deneyimlerinin  bilgisini edinmektir.

Liyakate erişmek, esaslı  emek ister; çalışkan, odaklanmış bir kişinin,  ömrüne denk ilgi, özen, akıl,  tekrar eden başarısızlıkları hazmedip,  azimle dersler çıkarması, yolu  bırakmaması gerekir.  

Bitmedi; sahip olduğu yetiye erişinceye dek, işleyişin her aşamasında fedakarlık, dürüstlük, görünürlük ilmiğini hücre zarı ya da  arının balı peteklediği gibi ehliyetine işlemesi, sarması gerekir. Bu gerekirlikler, kalbin yüzü olan tebessüm, sevginin göstergesi paylaşmak, gücün kanatları olan merhamet ile aynıdır.

*

Hangi meslekte, iş-bilim dalında olursa olsun, konunun ulaştığı son aşamayı, konuya yönelik vizyonerliği  bütünleyen donanıma; en basitten en karmaşığa doğru ilerleyecek,  mozaiği kurmak;  bu kurguyu yapının hücresine,  bütünü inşa edecek şekilde işlemek; ayrıca, kolaylıkla yenilenecek , öğretilecek kanalları açık tutarak, konuyu eğitim dizgesi haline getirmek;  ilk eğitimden lisans üstüne, dileyene  ötesine,  ilerleme yolları kurmak;  yani emanet edilenin öznesi olmak  istenmeli.  

Bu kalibre, dünyanın her yerindeki sosyal, teknolojik gelişim organizasyonlarının akış yatağına dahil edilirse, emanetler güven, verim  artırmaya, gelişimi sağlamaya öncülük edebilecektir.

*

Nisa suresi 4:58

Allah emaneti ehline vermenizi, insanlar arasında adaletle hükmetmenizi  buyurmaktadır.Bu sizin için esaslı(güzel) öğüttür.”

Ehil kelimesi,; Arapça  ‘Ahl’ kökünden gelen 1. Ev halkı, eş, sözleşme yapılanlar. 2. Evcil, alışkın, uygun sözcüğünden alıntıdır. Sözcük ‘ahala’,ikamet etti, ev edindi, evlendi, sözleşti fiiliyle bağlantılıdır.  

Güven(lik); gelişmiş, gelişmekte olan  bütün devletlerin en önemli konularından biridir. ilkin,  kan bağından ve akraba dolayımından başlayarak  geçim, ülkü ve toprak birliğine kadar evrildi. Şimdilerde insan zaafından arınmak üzere dijitalleşiyor ve otonom teknolojilere  dönüşüyor.

Yukarıda alıntıladığım ayetin dilimize çevrisinde; emanet konusu her şeyin  ehline verilmesi ilahi “önerisi“ (3) çoğunlukla daraltılmış anlamda kullanılıyor. İş, yetki sahipleri; işlerini genellikle çocuklarıyla, akrabalarıyla, yakınlarıyla paylaşıyor.Önceleri bu tutum sermaye azlığından kaynaklansa da giderek, arkaik aktarım ile dünyanın en büyük organizasyonlarında  devam ediyor.

İnsanlık ailesi, insanın sosyal varlık oluşu; medeniyetlerin insanların yüzlerce yıllık bedensel, zihinsel  emek ve üretimlerinin toplamı olduğu klişelere rağmen güvenlik; kan bağı, ülkü bağından bağımsızlaşarak  ehliyet esasına dönüşmemiştir.

Gerçi ailelerin ve klanların kan ve ülkü halkasında  ehliyetli  kesim oluşturma girişimleri vardır;  fakat bunlar, ehliyet yönünden ayrımcılığa sebebiyet verdiğinden, liyakat esaslı inşa  çoğunlukla değişik sebeplerle  dağılma ile sonuçlanmaktadır. Bunların temel sebebi yukarıda belirttiğimiz gibi güvenli olmak, güvenli kalmak tan kaynaklanıyor ve  insanlığın gelişimindeki en eski engellerden biri olarak günümüze taşınmış bulunuyor. Ne yazık ki kaynak ile nedensel bağlar liyakat esaslı çözülmedikçe,  bu konu insan organizasyonlarında  sendrom olarak devam edecektir. Ayrıca yaygınlığı sebebiyle sınıflar, sömürü ve savaşlar; mafyalaşma, her türlü istismar, bunalımlar insanlığın yakasından düşmeyecektir.

Güven ailedir,

Farklı bir yaklaşım olarak, dayanışma huzur ve güvenlik sorunu;  insanlık ailesinin kan bağı ile  değil;  amaç, hedef, ideal unsurlarının bileşiği “iman bağı” olduğuna dair ilahi önermeler  de var.Tufan sırasında Nuh’un “kurtuluş gemisi”ne girmeyen oğlu Kenan için “o ailemden” deyişini;  Allah, “senin ailen iman edenlerdir” şeklinde düzeltmesi ve bu konudaki ısrarını cehalet olarak nitelendirmesi ilginçtir:

Hud suresi 11:46

“Ey Nuh, O asla senin ailenden değildir. O yanlışı tercih etti; o halde bilgisi olmadığın şeyi benden isteme; böylelikle senin bilgisizliğe düşmeni  önlüyorum.”   

Kısaca güvenliğin içinde bir çok ideal unsur esaslı olarak yer tuttuğunda, bir birine düşman insanlık,  “insanlık  ailesine”  erişecektir.  (4 )

*

Bu vesile ile kestirmeden  küresel yönetim sorunu  çözüm arayışlarına, taslak  başlıklardan biri olacak düşüncemi paylaşmış olacağım: Siyasal sistemlerin cumhuriyet ve demokrasiyi yedekleyerek ulaştığı  en son aşama, çoğulcu “paylaşım yönetişimi olduğunu” düşünüyorum. Tabii bu kanım mevcut koşulların kararsız yansımasından etkileniyor. Yine de bu düşüncemi, eşitsiz gelişim ve gelişim içindeki eşitsizliklerin; dünyamızda, insanlık ailesinde oluşturmaya devam ettiği yıkım, zulüm, israf,  sömürü gibi negatif ters trendlerin  kutbundan çıkarsadığımı da belirtmeliyim.

Geçelim.

*

Emanet(çi-lik),

Güncelimizde liyakat merkezli  oluşum seyrek görülüyor; görülse de insani zaaflar onu giderek dışlıyor. “İşin sahibi”  ile  “emanetçilik” daima karşıtlık olarak  ele alınır. “Emanetçi”, iş görmede  düzeyi düşük görülür; sanki işin sahibi, ehliymiş gibi. Tabi istisnai olarak zanaatkar, sanatkarlık bu değerlendirmenin dışındadır.

Gelişmiş organizasyonlarda iş sahipliği, sahiplik; değer verme, geliştirme ile doğrudan ilgili değildir. Fakat görece  geri  üretim ve yönetim  ilişkilerinin yaygın olduğu  toplumlarda,  “işin sahibi olmak”,  işi en iyi bilen şeklinde kabul ediliyor. İşe  yönelik ödevliler, aynı zamanda  potansiyel istismarcı olarak görülmektedir;   bu anlayış ta oldum olası toplumların atıllığı, hastalıklı geri kalmışlığı aşmasına engel oluyor.  

Emanetçi, Arapça Amn kökünden gelen amana(t); 1. güvenme, inanma; 2. güvene dayalı olarak  verilen şey veya görev sözünden alıntıdır. Arapça amana güvendi, inandı fiilinin fa’ala(t)vezni mastarı (soyut eylem adları)dır. Bu fiil, İbranice yine güvenme, inanma sözcüğü ile eş kökenlidir. Sözcüğün birinci dış halkasında yemin kelimesinin olması ilişkiler  yolunu göstermesi açısından öğreticidir. O da sağ taraf, sağ el, güney, sağ elini kaldırarak verilen söz. Bu ise Aramice, Akatçaya kadar aynı anlamı korumuş (Nişanyan).

*

Vaatçılar

Devletler barış zamanlarında ordular besler; ordular barış zamanlarında savaş tatbikatı yapar.  Çünkü muhtemel savaşı, ona hazırlıklı olmak öteler. Adil Düzenin mimarı Süleyman Karagülle,  hastalıktan önce tutulan orucun; hastalığı ve perhizi yaşlılıkta dahi öteleyeceğini söylemişti.

Deneyime dayalı önerileri işittiğimizde yada yüksek riskli tehlikeleri atlattığımızda; bu olayları unutmamalı, dikkate almalıyız. Yaşadığımız bu tür olaylara göstereceğimiz tepkiler ve sonrası edineceğimiz  tutumlar, tıpkı devletlerin barış zamanlarında aktif edilen orduları gibi bizi olası büyük zararlardan, beklenmeyen tehlikelerden uzaklaştıracak olanakları içerdiğini düşünmeliyiz.    

“Toplumlarda vaatkarlar artmışsa, sorunlar azalmıştır” (İng. atasözü); bu  ilginç bir belirleme. Sanırım sebebi, vaat ile sorunun çelişik olmasından kaynaklanıyor. Gerçek sorunlar, gerçek çözümcüleri de içerir; bu kişiler, vaatkar olarak ortaya çıkmaz; sorunların derinliğine koşut, toplumun önüne kendi yaşamındaki tutum ve tavırların yankısıyla çıkar. Başka bir anlatımla, çölde görülen susuzluk  serapları  vaadin bolluğu gibidir; oysa su, bunlardan bağımsız olarak yerindedir.

*

Tao Te Çing

Lao Tzu, ideal yüksek idareciler, yöneticiler, imparatorlar için “bir imparatorluğun başında bulunmak insanı kamil olmaya dair fırsattır.” diyerek, konuyu şöyle biçimler:

“Onun hem siyasetçi, hem filozof vasfı; dünyayı fethetmesi gerektiği anlamına gelmez.   

O kişi,  kendini öne çıkarmak için gayret sarf etmez.

O, kendini öne çıkarmadığı içindir ki göze çarpar.

Kendini kanıtlamadığı içindir ki parıldar.

Övünmediği içindir ki liyakat sahibidir. 

O,  dikkat çekmek için hiçbir şey yapmaz; ama halk onun etrafında kendiliğinden toplanır.

O, kendini geri planda tutar; ama halk, çoğu kere bilincinde olmaksızın, onu kendiliğinden öne çıkarır.

Parıltıyı yumuşatmak, avamın(halkın) tozu ile aynı hizaya gelmektir.!”

Yukarıda alıntıladığım 2570 yıllık değiniler, nitelikli insanın varlığının (5); niceliksel olan vaat, söz, öne çıkmak, gösteriş yapmak, aracı koymak, tavırlarını  liyakatinde (işleyişinde) topladığı için o kişinin söz konusu nicelikler konusunda edilgen olmasını;  böylelikle,  zamanın ihtiyaçlarını giderecek,  doğal beliriş ile bilineceğini, öne çıkacağını  söylüyor.    

*

Tevrat’tan bir alıntı:

“İlahi söyledikten sonra dışarı çıkıp Zeytin Dağı’na doğru gittiler. Bu arada Hazreti İsa, öğrencilerine, “hepiniz sendeleyip düşeceksiniz,”dedi.Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Çobanı vuracağım koyunlar darmadağın olacak,’ Ama ben dirildikten sonra sizden önce Celile’ye gideceğim.’ Petrus O’na, ‘Herkes sendeleyip düşse bile ben düşmem,’ dedi. ‘sana doğrusunu söyleyeyim’dedi Hazreti İsa: ‘Bu gün bu gece,horoz iki kez ötmeden seni beni üç kez inkar edeceksin.’ Ama Petrus üsteleyerek, ‘seninle birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkar etmem,’dedi. Öğrencilerin hepsi aynı şeyi söyledi.”

Şimdi de Kuran’dan,

Kehf, 18:69  “O da inşallah sabrettiğimi göreceksin, sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim, dedi.”

Saffat, 37:102 “

Çocuk onunla  çalışacak, yürüyecek bir yaşa gelince ona dedi ki; -Oğlum, rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum, Ne dersin? Oğlu;-Babacığım, sana emrolunanı yap. dedi. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.”

*

Petrus’un vaadi boş çıktı; İsmi Kuran’da verilmeyip, Hızır diye ünlenen ile bilmediğini bilme yolculuğuna çıkacak Musa peygamberin  yolculukta izinsiz soru  sormayacağına dair tembihe verdiği vaatte dur(a)mayışı;  Kurban  edilecek İsmail’in  vaadinin  sahiciliği,..

Bu vaatler aslında  ilgili konulara  yönelik kişilerin liyakatlerini işaret etmektedir. Petrus yüzeysel bir inanç ile İsa’yı takip ediyor, Musa peygamber, Hızır’in  “işlerine” vakıf değil, İsmail ise babası İbrahim peygamberin  kendisine duyduğu sevgiye teslim olmuş.

*

Son söz:

İnsanlık liyakatin gösterişsiz parıltısına her şeye rağmen daima  duyarlı kalacaktır; bu umut olarak bize yeter.

Açıklamalar:

  1. Geri esin; katiline aşık olmak teriminin versiyonu; beslenmeyi korku, kaygı sebebiyle arsız tutuma  dönüştürmek; kalıcı hastalığa sebep olmak.

  2. Koza; Farsça gozak, goza; cevize benzer şey; kozalak, pamuk kozası, Yine aynı kökenden koz/ceviz sözcüğünden türemiş. Sanskritçe kosa; meyve veya ceviz kabuğu, pamuk kozası. Kozalak (Nişanyan). Özün çekirdeğin içten dışa  birbirini etkileyen katları.

  3.  Allah’ın buyruğu: Anlayış farkı olsa da “anında” ilahi yaptırım söz konusu olmadığından, Allah’ın buydukları ‘öneri’ özelliği taşıyor. Ayrıca süre yani insanların yaşadıkça kullanacakları tercihler;  deneyim ve koşullara göre değişecektir. Yani meyill süresi   buyruğu öneriye dönüştürüyor.

  4. Tekil olarak aile birliğinin unsurları içerde, tekamül için gerekli; fakat, dışarıda bütünlüğe entegre olmayı zor tedbirlerle dahi  sağlayamıyor. Bu doğrultudaki tüm çabalar, “kanser” türü girişimleri engelleyemiyor. 

  5. Nitelikli insan/ insanı Kamil; olumlu gelişimin ufku; beden ve yaşamında Bütün’e yönelik tercihlerde bulunup,  en büyük  arzularına erişmeye yol tutan aydın kişilik.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum