içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Umut Ne Yana Düşmekte?

Hayli zamandır yaşadığımız toplumsal nevrozdan payımı almış, umudun tarafıma teğet bile geçmediği bir ruh haliyle, sosyal medyada gezindiğim bir anda, bir dostumun “yeniden baharlar gelecek” temalı paylaşımında bir an durakladım. Bir kez daha baktım. Sonra bir kez daha.

Hassas ve naif bir yüreği olan bu dostum, bu günlerde adeta kara kış mahiyetinde dünyamızı kaplayan bu olumsuzluğa rağmen; baharlara olan inancını tekrarlıyordu. Ben ise; toplumsal nevrozun, bireysel bazda örneklemi gibi, baharların gelmeyeceğine dair net bir inanç hatta inatla paylaşımına bakıyordum.

İşte o andan sonra kim durdurabilir kalemimi?

Yaz, çiz, dök içinden geçeni.

Genelde olan bitene, değişimlere, geleceğe ve insanlara pozitif bakmaya eğimli olsam da; bugünlerde umudun, bizi bekleyen belirsiz bir geleceğin neresinde gizlenmiş olabileceğini düşünmekle meşgulüm.

Geçmişimizde, hayata dair rutinlerimizin, alışkanlıklarımızın, her saat, hatta her dakika mum gibi eriyip yok oluşuna şahit olduğum için; umutsuzluktaki ısrarım daha da perçinleniyor.

Öyle ya! Umut etmek için geçmişle gelecek arasında anlamlı bir bağ olması gerekmiyor mu? Oysa küreselleşen ve globalleşen dünyamızda yaşamla olan bağımız, canımızı acıta acıta koparılıyor ve bilinmezliğe doğru sürükleniyoruz. Zihnimiz ve kalbimiz arasında düşüncelerimizi, duygularımızı üreten nöronlarımız, kor bir ateşin ucunda eritiliyor ve duymayan, hissetmeyen varlıklar haline evriliyoruz. Küreselleşme, topluma ve bireye bol kepçe risk fatörleri ikram ederken; bilinmeyene ve bilinmeyenden doğan tedirginliğe,  korkuya ağır ağır teslim oluyoruz. Sanırım; hiçbir zaman öngöremeyeceğimiz, bağışıklık kazanamayacağımız bir atmosferin içine doğru çekiliyoruz.

 Belirsizliğin ağır kokusu hayatın her alanına sinerek; önce ruh sonra da beden sağlığımızı tehdit ediyor. Toplum olarak gerginlik, huzursuzluk, anlamsız davranışlar, öfke patlamaları ve bunalımlar girdabında nefes almaya çalışıyoruz.

Sanal alemin kablolarında sürekli olumsuz ve karamsar haber akışları seyahat ederken; “telgrafın tellerine adı umut olan bir kuş bile konmuyor.”

Modern dünyanın organizatörü olan teknoloji, artık ölümsüz insan üretmeyi amaçlarken; insanın doğumu ile ölümü arasında takdir edilen zamanı anlamsız kılıyor ve Kuran’ı Kerim’de bahsedilen sonsuz ahiret hayatına dair inancı sarsıyor. İnsanın insan olma şuurunu elinden alıyor ve makine şuuru pompalıyor .Varoluşsal bir nevroza kapıldık gidiyoruz. Teknolojik sistemde kendine yer arayan insan, insani vasıflarını bu alemin insafına terk ediyor. Bu gidişatın bir yerinde yapay zekalı insan formuna dönüşme tehlikesini de görmezden geliyor. İnsan olabilmek ve insan fıtratına uygun yaşayabilmek için tüm çarelerini kendi elleriyle yok ediyor.  İnsanın fıtratına karşı açılan bu teknolojik savaşın içinde, geleceğe umutla bakma ihtimali de neredeyse imkansızlaşıyor.

Oysaki umut;

Sobanın üstünde demini alan çayın kokusunda,

Bir fincan kahvenin telvesinde,

Bir dost sohbetinde,

Bir kuşun kanadında,

Dua için semaya açılan ellerde,

Ne yazık ki artık;

Umudu, sadece umut etmek var insanlığın nasibinde.

Söyle bana ey dost!  Umut ne yana düşmekte?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum