içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Üniversitenin Sinerjik Etkisi

Son yıllarda üniversite toplum ilişkileri kapsamında yerel toplumla üniversitelerin buluşturulması, yerel ve bölgesel gelişmeye yükseköğretimin katkısının artırılması, girişimci ve yenilikçi üniversite, araştırma ve öğretim odaklı üniversite konuları çokça tartışılıyor, toplantılar yapılıyor, kararlar alınıyor stratejiler belirleniyor. Öyle ki; katı ve değişmez gibi görünen 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu(YÖK) ile 36 yıl önce kurulan YÖK bile kendini yeniliyor. Hatta  YÖK Başkanı Prof.Dr. Yekta Saraç Yükseköğretim Kurumunu Yeni YÖK olarak ifade etmeye başlıyor ve yapılan düzenlemeleri reform paketi olarak sunuyor. Yıllardan beri bizim de savunduğumuz gibi üniversitelerin bilgi üretimine ve araştırmacı insan kaynağı yetiştirmeye odaklanarak kalkınma sürecine katkı vermesinin, üniversiteler ile iş dünyasının ve dış paydaşlar ile ilişkilerin geliştirilmesinin önemi vurgulanıyor ve yükseköğretimde sessiz devrimden bahsediliyor.

 

YÖK’ün potansiyeli ve sinerjik etkiler!

Bugün Türkiye’nin 113’ü devlet, 68’i vakıf ve 5’i vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere 186 üniversitesinde 25 bin profesör, 14 bin doçent, 38 bin doktor öğretim üyesi, 35 bin öğretim görevlisi ve 46 bin araştırma görevlisi olmak üzere toplam 158 bin öğretim elemanı görev yapmaktadır. Aynı kapsamda öğrenim gören 7,2 milyon öğrencisi bulunmaktadır ve bu veriler Türkiye’nin yükseköğretim potansiyeli bakımından dünyanın büyük ve çok önemli bir ülkesi olduğunu göstermektedir. Öyle ki; Türkiye’nin sadece yükseköğretimde ki öğrenci varlığı dünyadaki 94 ülkenin  nüfusundan daha fazla bir değere karşılık gelmektedir. Aynı şekilde Türkiye’nin yükseköğretimdeki öğrenci sayısı  Avrupa’daki 20 kadar ülkenin nüfusundan da daha yüksektir. Yükseköğretimdeki bu 7 milyonun üzerindeki öğrenci sayısı Bulgaristan, Danimarka, Finlandiya, Slovakya, Norveç, Türkmenistan, Hırvatistan ve Kuveyt gibi ülkelerin nüfuslarından daha fazladır. Öğrencilerimizin % 57’si lisans, % 36’sı ön lisans, % 7’si lisansüstü düzeyinde eğitim almaktadırlar. Yine son yıllarda yükseköğretimin uluslararasılaşmak süreciyle ilişkili olarak Türkiye’de yükseköğretim alan yabancı öğrenci sayısı (72 bini erkek ve 36 bini kız olmak üzere) 110 bine yaklaşmıştır. Bunlar geçmişte ulaşılması mümkün görünmeyen, hatta düşünülemeyen bir değişimi ifade etmekte olup, sahip olunan potansiyeli görmek bakımından önemlidir. 

 

YÖK döneminin ilk yılında başlayan lisans eğitimimiz ve sonrasında lisansüstü çalışmalar ve öğretim üyeliği süreciyle YÖK’ün tüm gelişme eğrisini görmek mümkün oldu. YÖK’ün bu süreçte tam anlamıyla sinerjik bir etki oluşturamadığını birimler arasında yüksek etkinlikte çalışan, bilim politikası üreten ve etkin uygulayan kurumsal bir yapıya dönüşmekte ne kadar zorlandığını gözlemledik v yaşadık. Oysaki sinerji diye bir gerçeklik vardı ve bu gerçeklikten yararlananlarsa büyük mesafeler kat etmişlerdi. Esasen kurum performansının ölçülmesinde ve kurumlar arası karşılaştırma yapmada veri sağlayan sihirli bir kavram olan sinerji "ana yapının, ana gövdeyi oluşturan parçalarının toplamından daha büyük bir değer üretmesinin, mümkün olduğu” esasına dayanmaktaydı. Özellikle yönetimdeki sinerjinin, kurumun bütününde sinerjik bir pozitif etkinin doğmasına yol açması önemlidir ve kurumların yönetiminin nasıl olması gerektiği yönünde önemli veriler sunmaktadır. Bunu fark eden ülkeler ve kurumlar öne geçtiler, kaynaklarını daha etkin kullanarak kalkınma yolunda mesafe aldılar, mesafe alınmasına büyük katkılar sundular. Tabii Yeni YÖK’ün ideal bilim ortamının oluşturulması ile birlikte ileri teknoloji üretilmesine katkı vererek dünya ile rekabet yönünde uğraş vermeye paydaşlarıyla birlikte sinerji oluşturarak devam etmesi gerekiyor. Dahası çalışma disiplinini, kuruluş gayesini ve vizyonunu ilgili kanun(lar)dan ve ülkenin temel vizyonundan alarak uzun vadeli planlar yaparak yürümesi değil, koşması gerekiyor. Bu amaçla niteliği, liyakatı, insanına ve insanlığa hizmet düşüncesini öne alacak bir kurum kültürünün oluşturularak daha hızlı yol almasına ihtiyaç bulunuyor. Burada özellikle kurum kültürünün oluşturulmasında Yeni YÖK’ün ortaya koyduğu irade kadar önemli olan, başka alanlar üzerinde de çalışmak önemli görünüyor. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti’nin vizyonunu ifade eden 2023, 2053 ve 2071 hedefleriyle muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak için; üniversite yönetimlerinin özellikle yükseköğretim talep eden genç insan kaynağını en yeni, nitelikli bilgi ve becerilerle donatması, yerele katkı yanında yerel ve dış dünya ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde süreci doğru okumaları ve yönetmeleri büyük önem taşıyor. Bu bakımdan rektörlük yönetimlerinin söz konusu görev ve sorumluluklarını yerine getirecek yetkinliğe sahip olmaları ve kararlılıkla çalışmalarını yürütmelerinin ötesinde, sürece katkı vermek gerektiği doğrultusundaki düşüncesini sürekli canlı tutmaları gerekiyor.

 

On yılda yüz yıl ileriye gitmek!

Bir yazımızda ifade ettiğimiz gibi esasen “yükseköğretim ülke kalkınmasında yumuşak güç” işlevi görüyor. Biraz iddialı gibi gelecek olsa da belirtmek gerekiyor ki; yükseköğretim alanına yapılacak doğru dokunuşla “Türkiye’yi 10 yılda 100 yıl ileriye taşıyacak” bir gelişme ivmesi yakalamak mümkün görünüyor. Tabii konuyu burada anlatmak uzun süreceğinden “Bu gelişme nasıl sağlanacak?” sorusunun cevabını dilerseniz daha sonraki yazılarda ve ilgili kurumlar talep ederse o oturumlarda paylaşmak uygun olacak. Bu konuları konuşmak ve tartışmak hakikaten güzel, çünkü geçmişte üniversitelerin toplumsal rolü konusu(YÖK Kanunu’nda geçse de) çokta dikkate alınmaz, tartışılmaz, tartışılamazdı. Öyle ki; ilgili ilgisiz her konuya müdahil olunur fakat asli konularda ise mesafe alınamazdı. Bu bakımdan bugün bu kadar açıklıkla yükseköğretimi paydaşlarla birlikte tartışmak, doğruya ulaşmak için doğru yöntemler ortaya konulmasına katkıda bulunacaktır.

Tabi ki bunları yaparken teknik ve akademik bilgi birikimi kadar yereldeki duruma da hakim olmak gerekiyor. Yani “küresel düşünüp yerelde doğru uygulamalar yapmak!” ve yerelküreyi (glokalizasyon) kavramak gerekiyor. Tabii bu tartışmalara girmeye kesin karşı olan ve üniversiteyi fildişi kulelere hapseden toplumdan soyutlayan, toplumsal fayda gibi bir düşüncenin kesinlikle üniversitenin işi olmadığını savunanlar da bulunuyor.  Oysaki esas olan insandır, bilim ve sanatta insan içindir ve önemli olan insanımızın ve insanlığın refahına katkı vermektir. Bunu sağlamak üzere yukarda da belirtildiği gibi yükseköğretim en önemli yumuşak güçler arasındadır.

 

Üniversite İle Yerelin Penceresi 

Üniversite ile yerelin penceresi dünyaya bakış ve ilgi alanı itibariyle farklı manzaralara açılır. Bilim sistematiği geleceğe, yeniliğe ve keşfe yöneliktir ve kendine özgü bir bakışı ve kavrayışı ifade eder, daha çok ilgi alanı soyuttur ama soyutla somutu buluşturmaya yönelik çalışmaları da vardır. Yerel ise günceldir, hayatın kendisidir, yaşanan andır, ayağa takılan çakıl, üzerine gelen çığdır, yani somuttur. Böyle olunca üniversite ile yerelin penceresinin aynı düzlemde buluşması, birbirini görecek ve anlayacak şekilde konumlandırılması ve yerelle buluşması zor gibi düşünülebilir. Ancak böyle düşünülse de kesinlikle imkansız değildir. Özellikle gelişmiş ülkelerde üniversite ile yerelin penceresinin aynı manzarayı gördüğü ortak alanlar oluşturulmuştur ve bunun somut sonuçları teknokent, teknopark ve alanda gerçekleştirilen toplum kalkınmasına yönelik çalışmalarda hayat bulmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum