içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Bal ve Zehir

Göztepe sahilinde akşamüstü yürüyüşe çıkmıştım. Sahil, banklarda oturmuş güneşin tadını çıkaran insanlarla doluydu. Bu şen kalabalık içinde keyifle ilerlerken 15-20 metre ötemde bir erkek, kadını kolundan tutup dövmeye başladı. "Ne yapıyorsun, kadına dayak atmaya utanmıyor musun?" diye bağırınca dayakçı şaşırarak bana döndü, bu şaşkınlığı fırsat bilen kadında dayakçının elinden kurtuldu.

Dayakçı, bu kızgınlıkla üzerime doğru ilerledi ve tam tokat atacakken bir genç araya girip onu yanımdan uzaklaştırdı. Yürüyüşüme devam etmeye başladıktan sonra sahildeki kalabalığın sessizliğinden yüz bulan dayakçı beni takip etmeye başladı. Bir baktım, yanıma beni dayakçıdan kurtaran genç ve polisi aradıklarını söyleyen iki üniversiteli genç kız geldi.

Biz önde dayakçı arkada ilerlerken kalabalık hâla bir şey yapmadan bakıyordu. Neden kadını dövüyordu neden bu kadar öfkeli diye sesli düşünürken. Genç "karısından şüpheleniyor" dediğinde gencin, kadının sevgilisi olduğunu üzülerek anladım. Neresinden tutulur bilmediğim bu "bal ve zehir" tabloda kavga hep aynı kavga, yüzümü güldüren tek şey pırıl pırıl iki genç kız ve çocuklar oldu...

Hz. Adem ve Şeytan, ikisi de günah işledi ama verdikleri cevaplarla biri halife oldu diğeri cehennemin dibini boyladı. Kavga o zamandan beri var ve kıyamete kadar da sürecek. Zamanlar, mekanlar ve isimler farklı olsada kavga hep "Hâk ile Batıl"arasında, sistem ise "Bal ve Zehir." Yüce Rabbimizin çizmiş olduğu yoldan gitmek isteyenler Ademin(ADAM) yolundan gider; bir yandan dişi olsun erkek olsun kendi tekamüllerini tamamlayıp "adam olmak" için uğraşır bir yandan da adaletle medeniyetlerini  inşa edip insanlığa hizmet ederek gittikleri yerleride mâmur ederler.  Şeytanın yolundan gidenler ise; güçlünün haklı ve hâkim olduğu çatışmacı ve saldırgan bir psikoloji ile herşeyi  kendileri için yapıp, kendileri için savaşıp, güç peşinde koşarlar. Halkları fakirleştirerek itaat ettirecekleri köleler haline getirecekleri bir hegomanya hedeflerler ve amaçları hep aynıdır "İnsanı ve İnsanlığı yok etmek."

Greklerde de, Romalılarda da, Avrupa hegemenonyası döneminde de,  Amerikan hegemonyasında da, bu çatışmacı tarih idraki "Güçlü olan haklı ve hakim"üzerine kuruludur. En büyük zulümleri de güçsüz ve zayıf, düşünen değil itaat eden köleler yapmaya çalıştıkları halklarına ve bu dayatmalara uymayan, halkı uyaran filozof ve bilim adamlarına olmuştur. Aristo gittiği her yerde halkını "düşününmeleri" gerektiği konusunda neden uyardı. Halk uykusundan uyanıp beyinlerindeki o kölelikten kurtulsun diye uğraştı. Yoksa neden baldıran zehiri ile öldürüldü?

Batı uygarlığının hâkim olduğu son üç asırlık hegemonya; bilimi, dünya üzerinde hakimiyet kurma ve güçlerini artırmak için araç olarak kullanmıştır. Modern seküler bilimin kaygısı hiçbir zaman" hakikat" arayışı olmamıştır. "Tarihi galipler yazar" kibirli tabelası, bu "güç zehirlenmesine" uğramış, "insanı ve insanlığı" yok etmek isteyen, dünyayı cehenneme çeviren tarihi seküler bakış açısının dünyayı sürüklediği katastrofik çıkmazın ilanıdır. Koronavirüs hâdisesi ile bütün insanlığın korona hapishanesine tıkılması, dünyayı  hizaya getirme projesinin ürünüdür.  Amaçları "Yeni bir dünya düzeni kurmak", dijital uygarlığa, "tek dünya devletine" geçilerek, sonrasında 5 milyardan fazla insanı öldürmek. İblis bu sefer büyük oynuyor...

Kavganın başından bu güne değişen bir şey yok, sistem hep aynı sistem "Bal ve Zehir" tarafları da belli. Günümüzün firavunları "Homo deus"ların, amaçlarına ulaşmak için kurdukları, hakikatin yerini alacak zehirlerle hazırlanmış bir sistem ve yakıtı inanç.  En güçlü silahları olan "inanca" karşı çıkılmıyor, karşı çıkılan kısım Hâk ve Hâkikat olana inanmamız. Yani "inan" hangi dini istiyorsan ona inan ama benim senin için hazırladığım şekliyle inan. Sen dinini yaşadığını zannederken aslında, Homo Deus'un, senin için uydurduğu, zehirlediği dini yaşıyorsundur. Başkasının hazırladığı İslamı yaşayınca müslüman olunur mu? Çocuğunu yetiştirmek istiyorsun ama benim istediğim şekliyle yetiştir. "Kadın hakları mı?" git savun ama benim sana sunduğum metne inanarak savun, zehirsiz olmaz. Yeterki "Hak ve Hakikat" olmasın yeterki "adam" olunmasın diyor. Hakikatten kopmuş metinler, kişileri ve toplumları murad edilen yere değil Homo deusların istediği yere götürür.

Çağdaş batıda, 1900 yılların başına kadar kocalar boşamak istedikleri karılarını, boşanma davaları masraflı oluyor  ve uzun zaman alıyor diye satarlardı. Karılarının boyunlarına ip bağlayıp tasma gibi çekerek, bu satışların yapıldığı yerel pazarlara götürüp, çok cüzi fiyatlara satarlardı. Bizde, bu kocalara en hafif tabiriyle "deyyus" denir. İşte 8 mart "dünya kadınlar gününün" mimarları da bu deyyuslar. Yani gelecek planlarına göre "kadını ve hakkını" tayin edici metinleri hazırlayanlar. Feminizmin öncüsü ilan ettikleri kadın ise bu deyyuslardan birinin metresi. Bu tabloyu analiz edersek,  Metin; ona yıllarca emek veren karısını istemediği için pazarda köle olarak satan "deyyus" kocaya ait. Öncü seçilen kadın; kadına saygısı olmadığı için evli bir erkeğe metres olan, onun karısının ve çocuklarının dünyasını başına yıkan metres. Kutlama günü ise 8 Mart; 1857 tarihinde New York'ta, gerçek emekçi kadınların emek sömürüsüne karşı başkaldırarak yaptıkları grevde, faili meçhul bir şekilde yanarak öldürüldüğü bu utanç gününü perdemek için  kutlamaya dönüştürüldüğü gün. Deyyus ve metres dışında bu tabloda kazanan var mı? Kadının hakkı nerede? Bunların çizdiği yolda giden kadın nereye gider sorusunun cevabı son derece ürkütücü değil mi? 

Ölüm nedir? Sadece bir canlının hayatının sona ermesi midir? Bizi biz yapan değerlerin yok olması, bir milleti millet yapan ve millet olarak yaşatan birliğin kaybolması, düşüncenin zekadan akıl seviyesine çıkamaması ölüm değilmidir? Aileyi ayakta tutan edebin, sevgi ve saygının bitmesi, toplumda adaletin yok olması, insanın düşünen değil düşünmeyen ve ona sunulana itaat eden makineler haline gelmesi, adaletin yerini zulmün alması ve zulme direnmesi gereken insanoğlunun susması ölüm değilmidir? Sizce biz ne kadar yaşıyoruz.

"Tek dünya devleti" kurmak için savaşanların zehirlerle oluşturulmuş bu sapkın zihniyetine hiçbirşey yokmuş gibi davranılması ve yarınımız nasıl olur endişesi taşınmaması sizce de ölüm değil midir?  Görgüyü, merhameti, empatiyi, nezaketi, hürmeti, vefayı, saygıyı, adaleti kısaca "ADAM" olmayı  öğrenmemek ve öğretmemek, gelecek nesillere örnek olmamak hem bizlerin hem nesillerimizin ölümü değilmidir? İnsanlığını kaybetmiş bir makineye yaşıyor denebilir mi? Allah aşkına Yaşamak nedir? 

Medeniyetimizde Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Yahudi, Ermeni, Rum, Süryani veya çeşitli mezhepten insanımızla hiçbir ayırım yapmadan, farklılıkları zenginlik olarak görüp "iyi insan olma" temelinde  birbirimizin değerlerine saygı duyarak yaşadık ve bunu zenginliğimiz kabul ettik. Bizim hoşgörümüz örnek alınmalı ama bize karşı kullanılmamalı. 15. yüzyılda,  İspanyadan ve Portekiz'den kaçan yüzbinlerce Yahudi, Osmanlı topraklarına kabul edilerek barış içinde yaşamalarına müsade edildi. O günlerden bu günlere gelinceye kadar yaşadığımız tarihi ihanetler, misafirperverikte aşırı gittiğimiz ve gereğinden fazla taviz verdiğimiz gerçeğiyle bizleri yüzleştirdi. Bu durum cumhuriyetin ilanından sonra çok daha tehlikeli bir boyut aldı.

1934 yılında çıkarılan, sinsice tezgâhlanmış "2525 sayılı SOYADI KANUNU" ile Yahudi, Rum ve Ermenilerin 2.000.000'e yakını Türk ve Müslüman kimliğine  büründüler. Aramızda bizdenmiş gibi görünüp gerçek kimliklerini gizlediler ve gizliyorlar. Kuzu postuna bürünmüş bu çakallar, bizlere bal içinde zehir oldular.  Halkımız arasına fitne tohumları ekip, vatanımızı içten içe ele geçirmek için planlarını rahatlıkla hayata geçirdiler.  Devletimizin ve kurumlarımızın içine rahatlıkla yerleştikleri için, oluşturdukları bu bürokrasi lobisi ile ülkemizin kalkınmasının önüne geçtiler. STK, Üniversite, birlikler ve hayata dokunan diğer oluşumlarda yer alarak halkımızın Hakikate ulaşmasını engellemek için tüm kollarıyla milletimizi zehirliyor ve istedikleri gibi yönlendiriyorlar. Günümüzde sayıları , 30.000.000'na ulaştı. Kendilerini gizleme avantajıyla efendilerinin "düşmanlarımızın" emirlerini yerine getiriyorlar. En düşkün zamanlarında onlara kucak açan milletimize ihanet eden bu hainler, tıpkı Filistin'de olduğu gibi vefayı ne kadar kolay öldürdü veya vefaları hiç oldumu?

Zehirden kurtulmanın iki yolu vardır biri kusmak diğeri de panzehir. Tedavi için ikisini de kullanmak gerek ama önce bir kusalım. Öncelikle, bu gizli kimliklerin açıklanması ve herkesin bunların gerçekte kim olduklarını bilmesi gerekmektedir ki olaylar daha net görülsün ve anlaşılsın. Tabii bu arada onlara peşkeş çekilen boğazın ve yurdumun en güzel yerleri de ortaya çıkartılıp gerçek sahiplerine yani  milletimize iade edilip, hesabı da sorulsun.

İnsanı ve insanlığı yok etmek için kurulmuş "Homo Deus" hegomanyası için önce içimizdeki zehirlerden kurtulup Hak ve hakikate ulaşarak "adam" olmamız lazım. Eski bir Türk atasözü "Er bozulursa aile bozulur. Hatun bozulursa ulus bozulur. Ondandır ki erkek çocuğu yetişirse fert, kız çocuğu yetişirse toplum olur."  Hak herkesin; kadının, erkeğin ve tüm canlıların ve bu haklar İslam'da verilmiş. Tarikatı ise "adam" olmak. Evlatlarımızın önce adam olması sonra hangi mesleği isterlerse onu adam gibi yapmaları için uğraşmamız hayati önemdedir. Onları bu şekilde yetiştirmek onlara ve gelecek nesillere bırakacağımız en kıymetli mirastır. Yarınlarımız onların omuzlarınızda yükselecek inşAllah. Aşırılık hem zulümdür hem zehirdir. Hak ve hakikat içinde sağlıklı bir yaşam ve müreffeh yarınlar için  aman "BAL ve ZEHİRE" dikkat ...

Şeytannın babalarından alamadığı intikamını, çocuklarından almasına müsade etmeyin   İsmail Hakkı AYDIN

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum