içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İstanbul Sözleşmesi, Nafaka Mağdurları

Din, dil, coğrafya tanımayan kadına yönelik şiddet, Avrupa'da da giderek artıyor. Kadın cinayetlerinin ana sebeplerinin başında aile içi anlaşmazlıklar geliyor. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik kadar alkol, uyuşturucu kullanımı da ve yitirilen değerler cinayetlerin sebepleri arasında yer alıyor. 

 

Ancak bu sorun sadece Türkiye'nin değil, tüm dünyanın sorunudur. Şiddetin cinsiyeti olmaz. Şiddet bir insan hakları sorunudur. Erkeğin kadına, kadının erkeğe, büyüğün, küçüğe, yaşlıya şiddet her kimden ve nereden gelirse gelsin her türlüsüne karşıyım. 

 

Zulmün ve Mağduriyetin partisi olmaz. Şiddetin de cinsiyeti yoktur.Şiddete başvuranların en ağır ceza ve yaptırımlarla cezalandırılması taraftarıyım.

Ancak şuna da karşıyım. Avrupa’da ki gerçekleri görmeden Türkiye’de kadının ezilen, köleleştirilen şiddete, uğrayan, öldürülen ve kadının adı olmadığı, yok sayıldığı bir ülke gibi gösterilmesine; dünyaya kadına şiddetin ve ölümün hakim olduğu vahşi, medeniyetsiz bir ülke algısı oluşturulmasına da şiddetle karşıyım. Kimsenin Türkiye’yi maço kültürünün hakim olduğu bir ülke gibi göstermeye hakkı yoktur.

Kadın bizim değerlerimizde ve kültürümüzde erkeğin diğer yarısıdır. Evlilikte bir kadın kocasının en büyük rehberi, yol göstericisi, yardımcısı, yoldaşıdır. Ama kültürel yozlaşma bu değerleri aşındırdı. Kanun ve yasalar yoluyla ailenin kodları ile oynandı. Kadın erkeğe karşı kışkırtıldı. Gelenekler ve kültürümüz yok sayılarak yasal düzenlemeler adı altında kadın erkeğe hükümran kılınmaya çalışıldı. Kültürümüzde evde ailenin başı olan erkek figürü iğdiş edildi. yok sayıldı.Yaşamın, ayakta kalmanın, ekonomik olarak ayakta durabilmenin getirdiği zorlu şartlar nedeniyle kadının çalışıp evinin erkeğinin yükünü paylaşmak zorunda kalması, kadının ekonomik bağımsızlığı olarak istismar edildi. Bu durum erkeğe karşı kullanıldı. Bütün bunlar nedeniyle de geçmişte sahip olduğumuz güçlü aile yapıları dağıldı. Bugün baktığımızda; Kadın-Erkeğe, Erkek-Kadına düşmanlaştırılıyor.

Elbette sadece kadınlar değil, yeni nesil erkeklerde de büyükbir erozyon oluştu. Kadına bakış açılarında ağır sapmalar oldu. Şiddet eğilimleri arttı. Erkeklerde günümüz koşulları içinde ki şartlar nedeniyle psikolojik travmalar oluştu. Adeta toplumsal bir cinnet meydana geldi.

Evet geçmişte bir erkek çalışır ortalama 5 kişilik aileyi rahatlıkla geçindirirdi. Ama bugün nüfusun geneli içerisinde bu durum ne kadar mümkündür. Bugün 5 kişilik bir ailenin ekonomik olarak rahat bir imkana sahip olabilmesi için en az 3 kişinin çalışıyor olması gerekiyor. Ailelerin geçim yükü arttı. Aile üzerinde ki ekonomik yükün artması, aile içinde ki rollerde de birtakım değişimlerin yaşanmasına sebep oldu.

 

İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİ Mİ KUTSAYACAĞIZ

Bir siyasi diyor ki, “Bir avuç özgüvensiz uğruna İstanbul sözleşmesinin iptal edilmesine izin vermeyeceğiz." Bende bu anlayışa sormak istiyorum. Burada bizim medeniyetimiz kültürümüz, geleneğimiz ve bütün belleğimize yerleşen Türk adet, örf, gelenek, değerlerimizin kadına verdiği değer ve önemi görmeyip de Avrupa konseyinin içine gizli maddeler yerleştirerek piyasaya sunduğu birçok Avrupa ülkesinin de kabul etmediği İstanbul sözleşmesini mi kutsayacağız.

İstanbul sözleşmesinden önce kadın cinayetleri çoktu da İstanbul Sözleşmesi kabul edilince mi azaldı. İstanbul sözleşmesi şiddete, cinayete ve diğer olumsuzluklara bir nebze ilaç olmuş, ya da olacaksa buyurun hep birlikte savunalım. İstanbul Sözleşmesi kadına şiddetin önleyen bir koruyucu kalkan değildir. Kadınlar için bir kazanım olduğu söylemlerine de kesinlikle katılmıyorum. Hangi kadın cinayetini önlemiş İstanbul Sözleşmesi... 

 

TÜRK HUKUK SİSTEMİNDE SÖZLEŞMENİN TALEP

ETTİĞİNDEN DAHA FAZLA CEZALAR VARDIR

Bir insan hakları ihlali olan şiddete karşı, bizim kanunlarımızda yeterince yaptırım vardır. Şiddete, işkenceye karşı idamda çıkarılacaksa, çıkarılsın buna da varız. Hatta tecavüzcülere karşı idam çıkartılmalı diyorum. Türk hukuk sistemi; kadına karşı şiddette gerekli yaptırımlar ve cezai hükümler; İstanbul Sözleşmesinin talep ettiğinden daha fazlasına sahiptir. 

Avrupa Konseyinin hazırladığı İstanbul Sözleşmesini şiddeti bitirmenin tek kurtuluş yolu görmek bizim Türk kültürünü yeterince tanımamaktır. Diğer taraftan bizim kanun ve yasalarımızda şiddet ve işkenceye karşı başka bir sözleşmeye hiç ihtiyaç duymayacak hukuki hükümlerde zaten mevcuttur. Kalmış ki İstanbul Sözleşmesi şiddeti önleyen bir sihirli değnek değildir. Üstelik biz ne zamandan bu yana emperyal güçlerden adalet bekler olduk. Kendi geçmişimizi, medeniyetimizi yok sayarak, tüm ümitleri bir sözleşmeye mi bağlar olduk. 

 

EĞİTİMDE BAŞLAMALI

Yaşananlar birazda toplumsal değerlerimizi kaybetmemizle ilgilidir. Yitik değerlerimizle ilgilidir.Bu nedenle İlköğretimden Liseye kadar çocuklarımıza toplumsal saygı değerleri, geleneklerimiz, yardımlaşma, paylaşma, insana verilen değer, kadına verilen değer, davranış kalıplarımız, aile içinde ve toplumda nasıl davranılmalı, büyüklere ve küçüklere davranışlarımız dolayısıyla geçmiş kültür ve geleneklerimiz konusunda mutlaka bu zihinler eğitilmeli. Kaybettiğimiz değerleri çocuklarımıza ne kadar aşılarsak o kadar sağlıklı bir aile ve toplum oluruz.

 

TAHAMMÜLSÜZ VE HOŞGÖRÜSÜZ

 BİR TOPLUM OLDUK

Şu anda toplumda sadece kadına değil, kimsenin kimseye saygısı ve güveni kalmamış. Böyle bir ortamda siz kadına şiddeti önleyemezsiniz. Erkeğin kadına, kadının erkeğe dolayısıyla toplumun tüm kesimlerinin birbirlerine karşı saygısı kalmamış. Toplumun her kesiminde şiddet eğilimleri ve psikolojik travma artarak devam ediyor. Giderek tahammülsüz ve hoşgörüsüz bir toplum olduk. Bu tahammülsüzlükten en çok payı kadınlar alsa da toplumun her kesimi bundan şikayetçi. Yaşlıya, kadına, çocuğa hiç kimseye şiddet uygulanmasın. Kadın düşmanı olmanın da bizim kültürümüzde yeri yoktur. Şiddeti erkek egemen kültüre bağlamanın hiçbir karşılığı yoktur. Eskiden bizim aile yapımız ve toplumsal yapımız bugünkünden çok çok daha fazla erkek egemendi. Ama o zamanlar kadına saygı daha fazlaydı. Bugünkü gibi şiddet kültürü hakim değildi. Ama bugün Türkiye’de kadınlar hep şiddete uğruyor, öldürülüyor, kadının hiç değeri yok gibi göstermek bizim ülkemize ve kültürümüze kötülük etmektir. Elbette hep bu tür nobranlık, şiddet, işkence ve katliamlara hep birlikte karşı çıkalım. Ama bunu yaparken de tüm dünyaya karşı ülkemizi sürekli kötüleyip eleştirmeyelim.

 

AVRUPA DA KADIN CİNAYETLERİ

Bakın Avrupa’da kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet olayları giderek artıyor. AB'de kadına şiddette Fransa ve İngiltere başı çekiyor. Eş cinayetlerinde ise Almanya ve Fransa dikkati çekiyor

AB ülkelerinden Fransa’da 2017'de 601 kadın cinayete kurban giderken, Almanya’da 380, İtalya 130, İspanya 113 kadın cinayeti işlenmiş. İngiltere'de aynı dönemde 227 kadın erkek cinayetiyle katledildi. 48 bin 122 kadın tecavüze uğradı, 46 bin 465 kadın da tacize maruz kaldı. İngiltere’de şiddet gören kadınların 2018-2019 döneminde yaptığı ihbar sayısı 1 milyon 600 bini buluyor. İstanbul Sözleşmesini 2016 yılında kabul eden Belçika'da her yıl 45 bin kadına yönelik şiddete bağlı şikâyet dosyası açılıyor. Tecavüz vakalarında ise Fransa (14 bin 899), Almanya (7 bin 831) ve İsveç (6 bin 810) olarak sıralanıyor. Öte yandan her 3 günde 1 kadının öldürüldüğü Almanya'da 2018 yılında 114 bin 393 kadın fiziki şiddete maruz kaldı. Polonya'da yılda 65 bin kadın şiddete uğrarken, 400'den fazla kadın ise eşleri ya da partnerleri tarafından öldürülüyor. İngiltere’de bir yılda tacize uğrayan kadın sayısı 46 bin 465 olurken, Almanya 24 bin 702, Fransa 21 bin 177 ve İsveç 10 bin 162 kadının tacize uğradığı ülkeler olarak raporlarda yer alıyor. İspanya'da en büyük sosyal sorunlardan biri olarak gösterilen kadına yönelik şiddetten dolayı son 15 yılda binden fazla kadın hayatını kaybetti, 300'e yakın çocuk ise yetim kaldı. Fransa’da 2019 yılına raporlarına göre her 3 günde 1 kadın cinayeti işlendi.

Türkiye de 2018 yılında 350, 2019 yılında 440 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Erkek şiddetinden kaçarak sığınma evlerine başvuran kadın sayısı ise 2029 yılı rakamıyla 944.

AVRUPA ŞİKAYETLERİ CİDDİYE ALMIYOR

Avrupa’da Kadınların karşılaştığı en büyük sorunlardan biri de polise şikayet ederken ciddiye alınmamak. Avrupa’da kadına yönelik şiddet şikayetlerinin büyük bir bölümünün de dikkate alınmadığı ortaya çıktı. Şiddet gördüğü için polisten yardım isteyen kadınlara polis memurlarının olumsuz ve ilgisiz cevapları Avrupa2da gündemde.

Fransa’da yaşanan bir örnekte olduğu gibi Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un tesadüfen dinlediği bir çağrı merkezi konuşmasında da gözler önüne serilmişti. Fransa’da eşi tarafından boğazı kesilen 39 yaşındaki Stephanie'nin en son aradığı yerin polis hattı olduğu, memurlara "eski eşim kapımı zorluyor, yardım edin" dediği ve polis memurundan "böyle şeyler için gelmiyoruz hanımefendi" cevabını aldığı öldürüldükten sonra ortaya çıkmıştı.

Bu arada AB ülkeleri arasında Slovakya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Çekya, Bulgaristan ve İngiltere’nin İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamadığını; Polonya’nı ise İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek için yasal süreç başlattığını da belirtelim.

 

POLONYA, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

AİLE DEĞERLERİNE AYKIRI

İstanbul Sözleşmesinin aileyi hedef alan ideolojik bir sözleşme olduğunu söyleyen Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro, çekilme sürecinin başlatılması için başvuruda bulunduklarını bildirdi.

Polonya siyasi hayatında son derece etkili olan Katolik kilisesi üyeleri sık sık İstanbul Sözleşmesi'nin Katolik aile değerlerine aykırı olduğunu belirtirken, muhafazakar iktidar partisinin üyeleri de çok defa söz konusu sözleşmenin geleneksel aile değerlerini hedef alan ideolojik bir sözleşme olduğunu dile getirmişti. 

İşte Avrupa’dan birçok ülkenin onaylamadığı, bazı ülkelerin sert bir şekildi eleştirerek çıkmak için sıraya girdiği bu sözleşmeyi çağdaşlık, şiddeti önleme gibi çeşitli bahaneler adı altında en büyük destekçisi ve savunucu olmasını ben doğrusu anlamakta zorlanıyorum. İstanbul sözleşmesi Türkiye için çağdaş normları karşılayan tek bir sözleşme gibi bizim kendi iç hukukumuzda onlarca yaptırımı görmezden gelerek şiddeti önleyen bir sözleşmeyi Türkiye’de sadece belli bir kesim istiyor demek gerçeklikle bağdaşmaz. Halkımızın her görüş ve kesiminden buna tepki var. Zaten halkımızın büyük bir bölümü de bu sözleşmeden habersiz ve tanımamaktadır. Bu sözleşemeye yönelik tepkileri sadece belli bir kesime has göstermek tek bir bakış açısını yansıtmaktır. Toplumun tüm kesimlerinin etkilendiği bir olayı marjinal birtakım grupların desteği ile olmazsa olmaz gibi göstermek, kadına karşı tek bir çağdaş norm gibi yansıtmak, kadının tek koruyucusu gibi göstermek gerçekçi değildir.

 

SOSYAL ADALETİ SAĞLAMAK HÜKÜMET

VE MUHALEFETİN  BİRİNCİ VAZİFESİDİR

Sosyal adaleti sağlamak her hükümetin ve muhalefetin birinci vazifesidir. Bir tarafın hakkını, hukukunu korumak adına bir başka taraf mağdur edilemez. Ama Türkiye’de bu konuda adalet terazisinde sorunlar oluşmaya başladı. Şöyle ki Türkiye’de bir yasa çıkartılırken bir kesimin hukukunu korumak adına bir başka kesim mağdur ediliyor. Bu şekilde adalet sağlanır mı? Elbette hayır. Adil bir hukuk sistemi oluşturamazsanız, arkanızda adalet sağlamak adına sadece mağdurlar oluşturursunuz.

 

YÜZBİNLERCE MAĞDURUN HAK

MÜCADELESİ GÖRMEZDEN GELİNİYOR

Şimdi bu yazdıklarımızı bazı kesimler ideolojik yaklaşımlar olarak değerlendirmekte ve binlerce mağdurun sesini duymazdan gelerek, bunu sadece belli kesime ait görüşmüş gibi ele alarak, her kesim ve görüşten binlerce mağdurun sesi boğulmaya çalışılmaktadır. Mesela süresiz nafaka mağduru olan yüzbinlerce insanın sesini ne hükümet, ne yetkililer duyup adil bir çözüm için bir çalışma yapıyor.  Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu adaletsizliği çözmek sosyal adaleti sağlamak kimin görevi? En başta hükümetin görevidir. Süresiz Nafaka Mağdurları, Çocuklarını İcra ile gören babalar, 6284 sayılı yasa, sadece kadının beyanını esas alan toplumda eşitsizlikleri önceleyen, derin travmalar ve sosyal yaralar oluşturan bu konudalar da herkes sessiz kalıyor. Sosyal adaleti sağlamak bu kadar imkansız mı?

Bu konularda yüzbinlerce mağdur var. Sadece sosyal medya ortamlarında değil, dernekler, platformlar oluşturmuş ve örgütlenmişler ama çığlıklarını kimse duymuyor, ya da duymazdan geliniyor.

Süresiz Nafaka ile yüzbinlerce kişinin yaşamı ipotek altına alınıyor. Ne çağdaş medeni hukukta ne de dini hükümler de bu tarz yükümlülükler yok. Ama devlet mağduriyet durumları ortaya çıktığında ekonomik desteğe ihtiyaç duyan kadına devlet ve özel sektörde öncelikli iş imkanları sağlayarak, çalışma önceliği, maaş veya benzeri çözümler ile adaleti sağlayabilir. Kadınların mağduriyetini ömür boyu erkeklerin üzerine yıkmakta adil değildir. Hükümet ve muhalefet toplumun her kesimini saran, derin bir yaraya dönüşen, intihar, cinayet, şiddeti tetikleyen bunun gibi sosyal olayları çözmek için neden ilgisiz davranıyor. Niçin sosyal adaleti sağlamak için hiçbir adım atılmıyor. Şu bilinmelidir ki sosyal adaleti sağlamak konusunda hiçbir adım atmayanlar, bir çözüm üretmeyi düşünmeyenler, sadece vebal altında değil, sandıklarında altında kalma tehlikesini de gözardı etmemelidir. Ya bir yol  yapın, ya da bir yol bulun. Aksi durumda yüzbinlerce mağdurun ahını alırsınız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum