içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Doktor Bey'imden Ulan Doktor'a?

"İşimizin gereği her sabah gazetelere şöyle bir göz atıyoruz, önemli ve ciddi bulduğumuz haber ve yazıları da kısa sürede okumaya çalışıyoruz. İki gün evvel bir gazetede bir köşe yazarının yazısı dikkatimizi çekti. Yazıda bir soru vardı “…

Bir zamanlar Doktor Beyim’di, şimdi Ulan Doktor nasıl oldu? Sağlık çalışanlarına olan geleneksel saygı Anadolu’da nasıl böylesine zedelendi, eksildi, örselendi?...” Anlatalım efendim anlatalım. Strateji biliminde temel kurallardan biri de pazılın tek tek küçük parçalarını görmek yerine onları birleştirerek büyük resmi görmektir. Doktor dövmek yani sağlıkta şiddet büyük resmin bir parçasından başka bir şey değildir. Peki, büyük resim ne? Bu büyük resmin irili ufaklı ressamları kimler? Asıl soru bu işte. Köşe yazısındaki konu ile ilgili en önemli ifade “geleneksel saygı” ifadesidir. Resmi yapanların en ciddi hedeflerinden belki de en ciddi olanıdır. Sakın ne alaka demeyin, anlatacağız. Her gün üçüncü sayfa haberlerinde okuyoruz; hasta – hasta yakınları şu doktoru dövdü, bu hemşireyi darp etti diye. İyi de sadece bu mu? Hayır. Yine her gün gazetelerde şu adam karısını öldürdü, bu adam küçük kıza tecavüz edip öldürdü, trafikte tartıştılar adamı öldürdüler, o bunu taciz etti, şu şunu dolandırdı, uyuşturucu çetelerine baskın yapıldı, fuhuştan şu kadar kişi toplandı, veli okulda öğretmen dövdü, şarkı okumadı diye şarkıcıyı öldürdüler, adam kripto para ile milyonları dolandırdı, çiftlik bank tosunu şu kadar kişiyi dolandırdı….Say sayabildiğin kadar. İyi de neden? Bizim gençlik yıllarımızda bunların hemen hiçbiri bu denli yoktu.

Türkiye’de küçük bir kız kaçırılmıştı günlerce Türkiye bu olayı konuşmuştu. Öyle iki üç kişinin öldürüldüğü bir olay birkaç yılda bir nadiren olurdu ve Türkiye’de yer yerinden oynardı, adam seri katil olurdu. Toplumdan dışlanırdı. Büyük cezalara hatta idama mahkûm olurdu. (İdamı tasvip etmediğimizi belirtelim.) Vatandaşlar devlete de, yasalara da çok saygılı idiler. Utanma duygusu en önemli önleyici unsur idi. Milletimizin her ferdi yanlış bir davranışta “rezil olacağını” ve tüm saygınlığını yitireceğini düşünür, bırakın suç işlemeyi toplumun “ayıp” sayacağı bir davranışta bulunmaktan bile özenle kaçınırdı.

Rüşvet, hırsızlık, sahtekârlık gibi davranışlar bir bireyin toplum içinde aşağılanması için fazlası ile yeterli idi. Böyle kişiler tek tük de olsa devlet memuriyetlerinde olduklarında derhal atılırlar, siyasette iseler utanç içinde siyasi hayatlarını noktalarlardı. Mahalle kültürü vardı. Mahallede herkes birbirine yardımcı olur, ekmeğini paylaşırdı. Mahallenin bakkalı herkesin güvendiği ve evinin anahtarını bıraktığı kişi idi. Bir taksi şoförüne bir yakınınızı emanet edip eve götür deseniz o şoför ölmedikçe emanetinize kimse dokunamazdı. Kimse kimsenin namusuna yan gözle bile bakmazdı. Masum sevgiler de tutkulu aşklar da uluorta her yerde sergilenmezdi. Bir terbiye, bir nezaket, bir utanma, bir ayıp duygusu vardı. İstiklal Caddesine kravatsız çıkılmaz, karşıdan bir hanımefendi geliyorsa saygı ile yol verilirdi. Her koşulda büyüklere saygı vardı.

Öğretmenlerimize büyük saygı gösterilirdi. Futbol maçlarında bile galiz küfürler edilmezdi. Anadolu’da hangi eve gitseniz Tanrı misafiri der sizi baş üstünde ağırlardı. Hatırlarım, Beşiktaş’taki evimizde babaannem eve erzak getiren görevliyi, bir iş yapmaya gelen çalışanı yemek yedirmeden bırakmazdı. Bütün bunlar bizim kültür kodlarımız, geleneklerimizdi. Şimdi sizlere özellikle de 40 yaş altı insanlarımıza başka bir ülkeden bahsediyormuşuz gibi gelebilir ama bizim gençliğimizin Türkiye’si böyle bir Türkiye idi. Peki, ne oldu da bu gün işte bu “Doktor Beyim’den Ulan Doktor’a” gelindi? Emperyal Güç kendi hedefinde olan bir ülkede en fazla neyi zayıflatmak, yıkmak, yok etmek ister sizce? Ordusunu mu, ekonomisini mi, tarımını, sanayisini mi, siyasi yapısını mı? Hiç birini. Emperyal gücün en büyük hedefi nedir bilir misiniz? O ülkenin insanlarını “millet” yapan kültürel kodlarını yıkmak ister. Geleneklerini, göreneklerini, örf adetlerini, edebiyatını, müziğini, dilini, inançlarını, vatan-bayrak duygusunu vb. tüm değerlerini kısacası toplumu kaliteli bir toplum yapan tüm kültürel mirasını yıkmak ister. Bilir ki bunu başarırsa o toplumu darmadağın etmek işten bile değildir. (Bu işin yanına bir de PKK gibi bir terör örgütünü de eklerler ki ülkenin gelişmesine harcanacak kaynaklar terörle mücadeleye harcansın diye) Bu işler için de hedef ülke içinde görevliler bulur, para başta olmak üzere kişisel menfaat karşılığı Emperyal güce hizmet edecek her alandan birçok kişi bulur ve onların eli ile içten içe o toplumu yıkmaya başlar. Toplum içinde değerli olanları değersizleştirir, değersiz olanları medyanın algı operasyonları ile çok değerli imiş gibi gösterir. Örneğin Fetö terör örgütünün Şanlı Türk Ordusunu değersizleştirme ve itibarsızlaştırma kumpaslarını sahneye koyması gibi. Bu metodu dünyanın birçok ülkesinde uygulamışlardır. Tv dizilerinde mafya babalarına doktor dövdürürler, avukatı aşağılayarak emirler veren baron iş adamları oluştururlar, evlilik varsa doktor bir hanımı cahil bir karanlık adamla, iyi eğitimli bir mühendisi uygun olmayan bir kadınla evlendirirler vb. Bütün bunlar toplumun algılarını değiştirmek ve bu yolla bireylerin zihnindeki değerleri yıkmak için yapılır. Türkiye’de özellikle son 40 yıldır bu yolun taşları hızla döşendi. Bu taşların döşenmesini sağlayan en iyi enstrüman da vahşi kapitalizmin neo-liberal ekonomik sistemi oldu. Tüm insanlar yasalar önünde ve ibadet alanlarında eşittirler.

Tüm insanlar salt insan oldukları için de kıymetlidirler. Lakin tüm insanlar gerçek hayatta asla eşit değillerdir. Hatta aile içinde bile eşit değillerdir. Bir kimse bir toplum için çok değerli, diğer biri daha az değerlidir. Siz büyük karatlı bir pırlanta ile imitasyon bir taşı aynı parayı ödeyerek alırmısınız? Ya da örneğin Covid aşısını bulan Prof. Dr. Uğur Şahin ile hayatı sadece mutfakla tuvalet arasında boru olmaktan ibaret ve topluma hiçbir katma değer üretmeyen birinin toplum içinde eşit değerde olduğunu söyleyebilir misiniz? Bireyi değerli kılan ve değerini arttıran onun özgül ağırlığıdır, ürettiği katma değerdir. Özgül ağırlığının artması ise bireyin kişiliğinde barındırdığı niteliklerdir. Bu nitelikler de kişinin doğduğu andan itibaren ailesi ve toplum tarafından eğitimle üzerine yüklenen niteliklerdir. Doktordan kadına kadar şiddet gösteren bireylere bakın, genellikle okumayan, okuduğunu anlamayan, cahil, nobran, iyi kalpli ve efendi olmaktan çok uzak, ar damarı çatlamış, ahlak değerlerini toptan yitirmiş, kişisel çıkarı için akla gelebilecek her kötü davranışı alışkanlık haline getirmiş insanlar olduklarını görürüz. İşte Emperyal gücün amaçlarına ulaşabilmesi için tam da böyle bireyler ve onlardan oluşan bir toplum gerekir. Yıllar içinde ne yazık ki bu ülkede sınırlı da olsa o tür bir insan profili oluşturuldu. Bunlar doktor dövüyor, kadın dövüyor, bunu da kendinde bir hak olarak görüyorlar. Yine ne yazık ki bu ülkede üniversitede “profesör” unvanlı kişilerin bile “Ben cahil insanların ferasetine güvenirim. Okumuş insan görünce tüyerim diken diken oluyor” diyerek “cehaleti kutsadığını” gördük. O zaman sormak lazım “profesör olarak o üniversitede senin işin ne?”

Bir üniversite profesörünün bu tür insanların toplumda çoğalmasını istediğini görmek gerçekten çok acı. Dedik ya resmin tüm parçalarına birden bakmak lazım. Doktor döven, kadın döven adam yargının önüne çıkıyor sonra da “adli kontrol şartı ile serbest” bırakılıyor. At adamı 3-5 sene içeri bakalım bir daha yapabiliyor mu? Burada yasaları uygulamak da çok önemli bir nokta. Sözün kısası; işte tüm bunların hâsılası o güzelim Anadolu kültürümüzü “Doktor Beyim’den Ulan Doktor’a” getirdi. Bilmem anlatabildik mi? Biz yine de her koşulda milletimizin çok büyük kısmının değerlerine bağlı kalacağına ve Emperyal gücün bu tezgâhlarına gelmeyecek kadar sağduyulu olduğuna içtenlikle inanıyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum