içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Tuzun Tedavisi ?

Danimarkalı yazar Karen Blixen’in “Her şeyin tedavisi tuzlu sudur: ter, gözyaşı ya da deniz” sözü, bir yandan yaşamın basit ama derin reçetelerinden birini sunar.

Ancak bu söz, yalnızca edebi bir metafor değil; aynı zamanda biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir kapı aralar. Tuz, bedeni dengeleyen bir mineralken aynı zamanda aşırılığı zarara da dönüşebilen bir unsurdur.

Biyolojik Tuz, Varlıkla Yokluk Arasında bir yerde..

Tıp bilimi açısından tuz, yani sodyum, vücudun homeostazisinde kilit rol oynar. Özellikle nefroloji alanında, sodyum dengesizliği hipertansiyondan ödemlere kadar birçok hastalığın zeminini oluşturur.

Nefrologlar olarak “tuzdan uzak durun” öğüdümüz, belki de Blixen’in sözünün biyolojik anlamda tam tersi gibi görünür.

Ama belki de bu çelişki, yaşamın kendisini daha iyi anlamamızı sağlar: Aşırı tuz zarar verir, ama eksikliği de hayatla bağımızı koparır.

Tıpkı gözyaşının fazla olmasının depresyon belirtisi, eksikliğinin ise duygusal donukluk olması gibi. Gözyaşı ve Ter ise Ruhun Fizyolojisi…

Gözyaşı, yalnızca bir duygunun dışavurumu değil; aynı zamanda bedensel bir boşalma, arınma biçimidir. Psikanalist Julia Kristeva’nın “abjection” kavramıyla açtığı alan, gözyaşının dışa atılan her şeyin temsili olduğunu söyler: acı, utanç, travma…

Ter ise çabanın, emeğin, bazen de korkunun izidir. Spor salonlarından savaş alanlarına, insan teri bir tür yazıdır; çaba ve hayatta kalma arzusu üzerine. Bu iki sıvı da tuzludur ama taşıdıkları anlamlar bambaşka.

Deniz’e gelirsem.. Bir İzmirli olarak :)) Kolektif Bilinç ve Sonsuzluk gelir aklıma. Deniz, sanat ve mitolojide çoğunlukla doğaya dönüşün, başlangıcın ve bilinçaltının simgesidir. Jung’un kolektif bilinçaltı arketiplerinden biri olan “su”, değişimin, doğumun ve ölümün taşıyıcısıdır. Sanatta ise deniz, yalnızlık, özgürlük, arzu ya da tehlike gibi birçok temanın taşıyıcısıdır. Edward Hopper’ın resimlerinden Tarkovsky’nin sinemasına kadar deniz hep bir eşiği, bir geçişi temsil eder. Denize ulaşmak, çoğu zaman içsel bir yolculuğun tamamlanmasıdır. Belki de Blixen’in kastettiği “tedavi”, bu dönüşümdür.

Sosyolojik ‘Tuzsuzluk’ da mümkün! Tat ve Temassızlık arttı gibi.. Modern toplumun “tuzsuzluğu”, yani aşırı düzenlenmiş, steril, kontrollü yaşantısı, bireylerin içsel duygularla temasını zayıflatır. Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramı, duyguların da buharlaştığı bir çağ tanımlar: ilişkiler yüzeysel, çabalar verimsiz, gözyaşları görünmez… Yas tutmayı bile hızlandıran bir kültürde, ter ve gözyaşı artık “zayıflık” olarak etiketlenmekte. Tuzun eksikliği burada bir tat yitimidir. İnsanın insana dokunamadığı bir yüzyılda, belki de en büyük eksiklik, bu tuzlu temaslardır. Metafordan Tanıya, Tanıdan Tedaviye garip oldu ama…

Karen Blixen’in sözleri, biyolojik gerçeklikten ruhsal derinliğe, oradan sosyolojik çözümlemeye kadar uzanır. Her şeyin tedavisi tuzlu suysa, biz bugün ne kadar tuzdan –ve dolayısıyla hayattan– uzaklaştık?

Tıp bedenin dengesini korur, ama ruhun tuzunu kim dengeler? Belki de Blixen’in önerisi hâlâ geçerli: Biraz ter, biraz gözyaşı, biraz deniz…

Beden için değilse bile, belki ruh için.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum