içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Dünyadan Örneklerle Türkiye'de Ekonomik Krizler ve Siyasete Etkileri

Genel anlamda kriz kavramı tüm sosyal, ekonomik ve doğal alanlarda ortaya çıkabilir. Bu alanlardaki gelişmelerin, eski veya mevcut şartları değiştirmesi; bu değişimin sıkıntılı, köklü ve bazen de tahripkar olması krizlerin ortak özelliğidir. Kriz dönemlerinde ortaya çıkan esas durum, eskinin yetersiz kalmasıdır. Bu durum, bir krizin aynı zamanda bir yeniliğin de habercisi olduğunu gösterir.

Ekonomik kriz, iktisat biliminin ortaya çıkmasından bu yana iktisat yazınının incelediği konular arasında olmuştur. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir kriz küreselleşmenin de etkisiyle kendisiyle bağlantılı olsun ya da olmasın diğer ekonomileri de etkileyebilmektedir. Özellikle 1990’lı yılların sonlarından itibaren yükselen piyasa ekonomilerinde oluşan krizler, ekonomik ve politik istikrara geçmişte yaşanan krizlerden daha fazla zarar vermektedir.

1990’lı yıllarla birlikte daha kısa aralıklarla yaşanan krizler, piyasaları kırılgan hale getirmiş bu kırılganlık ise krizlere neden olmuştur. Kriz-istikrarsızlık-kriz döngüsü, dünyadaki tüm ülke ekonomilerini etkilemekle birlikte özellikle gelişmekte olan piyasalarda daha etkili olmuş ve istikrarsız ekonomiler oluşturmuştur. Yaşanan bu sürekli krizler, krizin önceden tahmin edilebilmesini, krizin etkin bir şekilde yönetilmesini ve krizden nasıl korunulabileceği gibi konuları gündeme getirmiştir.

Krizlerin önceden tahmin edilip edilemeyeceği ekonomideki bir takım göstergelerin, kriz sinyali olup olamayacağı konuları ekonomistlerin tartıştığı ve cevabını bulmak istediği konular olmuştur. Bu soruların cevabını bulmak amacıyla, krizlerin oluşumunu açıklamaya yönelik farklı modeller geliştirilirken, bu modellerle birlikte krizin öncü göstergeleri olarak kabul edilen bir takım ekonomik göstergeler incelenmiştir. Bu çalışmalar, çeşitli büyüklüklerin krizlerin oluşmasından önce nasıl bir değişim gösterdiğini ve buna göre krizlerin önceden tahmin edilip edilemeyeceğini araştırmıştır.

Ekonomik krizlerin hem nedenlerini hem de sonuçlarını ekonomik sadece değişkenlerle sınırlandırmak olası değildir. Çeşitli nedenlerle ekonomik zorluklar içerisine düşen bir insanın kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkilerinin değişmesi gibi, ülkelerin ekonomik krizlere maruz kalması da devletlerin hem iç hem de dış hareketlerini etkilemektedir. Devletlerin değişen hareketlerinin de devletlerin içinde bulunduğu uluslararası sistemi etkilemesi doğaldır. Aktörlerin değişen hareketleri ve dönüşen sistem uluslararası barış ve istikrarın korunmasıyla yakından ilgilidir. Tek bir ülkede yaşanan ekonomik krizin etkileri çoğu durumda sadece ilgili ülkeyle sınırlı kalabilir ve başka devletleri hayati biçimde etkilemeyebilir. Oysa uluslararası sistemin en önemli ülkesinde baş gösteren ekonomik krizin dalga dalga yayılarak bütün aktörleri benzer biçimde etkilemesi, uluslararası sistemde birçok hareketliliğe neden olacaktır. Bu açıdan, küresel ekonomik krizin dünya barışı ve istikrarı için yarattığı tehlikeler ekonomik veya finansal çöküşün çok ötesindedir.

Kriz nedeniyle devletlerin içerde üstlenecekleri yeni roller onların dış politika davranışlarını da etkileyecektir. Ekonomideki kamulaşma eğilimi, kamulaşmanın siyasal sonuçları ve egemenliğin geri dönmesi sonucunda bu etkiler, ekonomilerin ulusal sınırlara çekilme çabası, güvenlik eksenli dış politika planlamasının önem kazanması, ikili veya bölgesel sorunların canlanması ve uluslararası iş birliğine eğilimin azalması şeklinde gözlenecektir. Bunlardaki değişimin yoğunluğu krizin durgunluk veya depresyon biçiminde seyrine göre farklılıklar taşımaktadır. Durgunluk durumunda, ekonomiyi ulusal sınırlara çekme çabası dış ticarette uygulanan teknik engellerin yaygınlaşmasıyla sınırlı kalabilir. Güvenlik merkezli dış politikada ise ekonomi önem kazanmaya başlar. İkili veya bölgesel sorunlar zaman zaman gündeme gelse de, bunların çatışma boyutuna varması beklenmez. Uluslararası işbirliğine eğilimi azalmasının göstergesi ise, halihazırdaki çok taraflı müzakere konularının kriz sonrasına kadar gündemden düşmesi olur.

1990’lardan itibaren istikrarsızlık-kriz-büyüme-istikrarsızlık üçgeninde bir kısır döngü içerisine itilmiş gibi görünen ekonomilerden biri de ülkemiz ekonomisidir. Ekonomimiz, son çeyrek asır boyunca sürekli bir kriz süreci içindedir. Eldeki bu öncü göstergeler, yaşanan bu kriz sürecinin açıklanması için bir model oluşturabilir düşüncesiyle, Cumhuriyet tarihinin en büyük krizleri olan Kasım ve Şubat krizleri öncü göstergeler açısından incelenmiştir ve inceleme sonucunda bu deneyimlerin önemli bir tecrübe oluşturacağı görülmüştür. 1990 tarihinden itibaren, kriz öncü sinyalleri alınmıştır. Seçilen makroekonomik büyüklüklerin kritik değer aralığında olduğu, Kasım ve Şubat krizleri için öncü bir reel ekonomik gösterge olduğu görülmüştür. Son söz olarak yaşanan son krizlerin eldeki verilerle geleceğinin öngörülebileceği sonucuna ulaşılmıştır. Bu göstergelere siyasi faktörlerin eklenmesiyle de kriz kaçınılmaz olmuştur. En azından öncü göstergeler dikkate alınsa tarihin en büyük krizleri olarak nitelendirilen bu krizler önlenemese de daha hafif bir şekilde atlatılabilmesi mümkün olabilecekti.

Sonuç olarak, devletin içerde maruz kaldığı değişimler -kamulaştırma, siyasal huzursuzluklar ve egemenliğin yükselmesi-, dış politikayı güvenliğe ve korumacılığa daha eğilimli kılma ihtimaline sahiptir. Devletin kriz nedeniyle içerdeki hareketlerinin onun dış politikasına olan etkileri, uluslararası sistemi sürtüşme ve çatışmalara daha müsait hale getirebilecektir. Sistemin güvensizlik düzeyi ise krizin yoğunluk düzeyi ve uzunluğuyla - durgunluk veya depresyon- doğru orantılıdır. Diğer yandan, kriz nedeniyle devletin iç ve dış hareketlerindeki değişimlerin kriz dönemiyle sınırlı kalması daha olasıdır. Zira üretim, yatırım, ticaret, teknoloji, bilgi transferi gibi alanlarda küreselleşme süreciyle ülkeler arasında yoğunlaşmış olan karşılıklı bağımlılık, devletlerin krize tepki olarak aldıkları önlemleri ve gösterdikleri içe kapanma eğilimini uzun soluklu kılmayacaktır. Bu nedenle, durgunluk veya depresyon biçiminde son bulacak krizin ardından tepkisel politikalardan vazgeçilmesi, dünyanın tek pazarlaşması yönündeki çabaların hızlanması ve dünyanın ortak tek mekan haline gelmesi olan küreselleşme sürecinin değişen yoğunlukta derinleşmeye devam etmesi kuvvetle muhtemeldir. Ancak bu öngörü, krizin özellikle depresyona dönüşmesi halinde dünyanın maruz kalacağı sancılı günleri yok saymak anlamına gelmemektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum